BÖLÜCÜ KÜRTÇÜ TERÖR ÖRGÜTÜ PKK/KCK’NIN (1971-2025) İDEOLOJİK DÖNÜŞÜMÜ “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” STRATEJİSİ BAĞLAMINDA YENİ NESİL TERÖR SİYASET VE STRATEJİSİ

Ömer KALAYCI

Uluslararası Güvenlik ve Dış Politika Araştırmacısı

Öz

PKK (Kürdistan İşçi Partisi), 1970’li yıllarda Marksist-Leninist bir ideolojiyle kurulmuş, etnik temelli ayrılıkçı hedefler güden bir terör örgütüdür. Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaşayan Kürt nüfusu adına bağımsız bir devlet kurma amacıyla silahlı mücadeleye başlayan örgüt, zaman içinde ideolojik dönüşümler yaşamış ve siyasal temsil arayışına yönelmiştir. 1990’lardan itibaren hem kırsalda hem şehir merkezlerinde çatışmalar yürüten PKK, siyasi uzantıları aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde temsil edilmeye çalışmış; 2015 ve 2023 genel seçimlerinde önemli sayıda milletvekili çıkararak siyasallaşma sürecinde kritik bir eşiğe ulaşmıştır. 22 Ekim 2024’te MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” çağrısıyla başlayan yeni süreçte örgütün silah bırakması ve kendini feshetmesi amaçlanmakta; bu doğrultuda İmralı’da hükümlü bulunan Abdullah Öcalan sürecin muhatabı olarak kabul edilmektedir. Bu çalışma, PKK’nın ideolojik ve yapısal dönüşümünü inceleyerek silahlı yapıdan hukuki ve siyasal zemine geçişin olasılıklarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Terör, Terörizm, PKK, Yeni Nesil Terör Siyaseti, Güvenlik

Giriş

Bölücü terör örgütü PKK (Partiya Karkeren Kurdistan-Kürdistan İşçi Partisi), ilk adımını 1973 Nisan’ında Ankara-Çubuk-Barajı kıyılarında 6 kişinin bir araya gelerek, ardından 1974 yılında Ankara/Dikmen’de yapılan bir toplantıda Marksist-Leninist bir grup kurulması ve bağımsız Kürt devleti için silahlı mücadele kararıyla, 25 Kasım 1978’de Diyarbakır/Fis köyünde yapılan toplantıda ise bir parti olarak kurulmasının kararlaştırılmasıyla ortaya çıkan etnik-ayrılıkçı bir terör örgütüdür.

Terör örgütü PKK, kurulduğu ilk yıllarda Türkiye’nin, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşayan vatandaşlarımızın Türk ırkından ayrı bir ırk olduğunu, Türk Devleti tarafından sömürüldüğünü, dil ve kültürünün asimile edildiğini iddia ederek, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerini de içine alacak şekilde, Suriye-İran ve Irak toprakları üzerinde “Bağımsız-Birleşik-Demokratik-Kürdistan Devleti” kurma amacını taşımaktadır.

Türkiye’deki sol örgütlerin, Kürt sorununa yaklaşımlarına ve çözüm önerilerine yönelik bir tepki hareketi olarak yola çıkıldığını iddia eden; kurulduğu tarihten itibaren asıl amacının özellikle “Kürt halkına Kürtlük bilincini aşılamayı, sonrasında ise siyasallaşmasını gerçekleştirmek” olduğu bilinen PKK’nın, kısa aralıklarla duraksamış olsa da silahlı eylemleri sürmektedir.

1990’lardan itibaren (Çatışmaların sokaklara taşındığı, örgütün kontrolü ele geçirmeyi hedeflediği, dengelerin değiştiği) sözde siyasi uzantısıyla TBMM’ye girmeyi de başaran örgüt, Kasım 2002 seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesiyle, Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı illerde (Mersin, Adana, İstanbul) seçim barajını aşamayıp milletvekili çıkaramamış olmasına rağmen, Mart 2003 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde 56 belediye başkanlığı ile belediye ve il genel meclis üyeliklerine sahip olmuştur. 1 Kasım 2015 Türkiye genel seçim sonuçlarına göre %10,76 oy oranıyla TBMM’deki toplam 59 milletvekiliyle siyasallaşma sürecinin de en doruk noktasına ulaşmıştır.

14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde yüzde 10,5 oy alan Yeşil Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi’nin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı 65 milletvekiliyle mecliste temsil hakkı elde etti. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından planlanarak koordine edilen ve 22 Ekim 2024 tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM grup konuşmasıyla kamuoyu gündemine “Terörsüz Türkiye” açılımıyla örgütün fesih kararı ve silah bırakma çağrısı yapıldı.

“Terörsüz Türkiye” hedefi doğrultusunda amaç, bölücü terör örgütünün kendini feshederek silah bırakmasını sağlamak olarak ifade edilmiştir. Bu amaç doğrultusunda İmralı’da hükümlü bulunan bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan doğrudan muhatap alınmış ve sürecin onun tarafından yürütülmesi, siyasi iktidar tarafından kabul edilmiştir. Bu çalışmada, örgüt liderinin ortaya koyduğu ideolojik dönüşümlerle bugün geldiği noktayı ve olası yarınlarda örgütün ve ileri sürdüğü tüm kavramların siyasal zeminden hukuki zemine geçişin yol haritası işlenecektir.

Kuruluşu, Amacı ve KCK Yapılanması

1971’de Kızıldere’de [1] yaşanan olayları protesto eden öğrenci hareketlerine katılan ve Mart 1972’de tutuklanarak Mamak Askerî Cezaevi’ne konulan Abdullah Öcalan, aynı yılın Ekim ayında salıverilir. Cezaevinde kaldığı 7 aylık süreci, Kürtlerin bağımsızlığı için silahlı mücadelenin tek yol olduğu fikrine inanmasına ve kendi deyimiyle; “1973 Nisan’ında Ankara Çubuk Barajı kıyılarında kâh ayakta kâh oturarak, ayrı bir Kürdistan grubu olarak hareket etmenin daha doğru olacağını ve bu uğurda silahlı mücadelenin esas olması gerektiğini bir sır gibi ilk defa altı kişilik gruba toplu olarak ifşa ederek başlamış bulunduk.”[2] diyerek açıklamıştır. Bu toplantının hemen akabinde 1977’de 6 hafta sürecek ve 8 ili kapsayacak bir gezi düzenlemişlerdir. Bu illeri sırasıyla Ağrı, Kars, Tunceli, Bingöl, Elâzığ, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Gaziantep takip etmiştir. [3] O yıllarda birçok illegal Kürt örgütler bulunuyor, meydana gelen çatışmalar da bu gruplar arasında oluşuyordu. 18 Mayıs 1978’de diğer bir Marksist-Leninist Kürtçü örgüt Beşparçacılar tarafından Gaziantep sorumlusu Haki Karaer öldürülmüştür. [4] Bu olayın ardından 1978 Mayıs’ında Hilvan’da Halil Çavgun’un öldürülmesi, PKK’nın bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Zira Halil Çavgun’un öldürülmesine karşılık örgüt, Süleymanlar aşiretinin lideri Mehmet Baysal’ı öldürerek diğer aşiret liderlerini de hedef almıştır. Aynı zaman da bir milletvekili olan Bucak aşiretinin lideri Mehmet Celal Budak, suikasttan sağ kurtulmuş ve bu eylem devlete yapılan ilk PKK terör eylemi olarak kayıtlara geçmiştir.

27 Kasım’da Diyarbakır/Fis köyünde 22 kişilik amatör grubumuzla partileşme sözü verdik.”[5] diyen Öcalan, PKK’nın parti olarak kurulmasının adımları atılmış, programı kabul edilmiş, liderliğine Abdullah Öcalan “Genel Sekreter”, Cemil Bayık “Genel Sekreter Yardımcısı”, Şahin Dönmez “Örgütlenme Sorumlusu”, Mehmet Karasungur “Askerî Sorumlu”, Mazlum Doğan da “Yayın Sorumlusu” olarak belirlenmiştir.[6] Oluşturulan komitenin diğer iki üyesi Hayri Durmuş ve Baki Kara. Bu toplantı aynı zamanda PKK’nın 1. kuruluş kongresi olarak kayıtlara geçmiştir. Örgütün, İşçi Partisi adıyla kurulmasının Abdullah Öcalan ve diğer isimlerin, Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemelerinin bir tezahürüdür. Parti programının “Kürdistan Devriminin Görevleri” başlıklı bölümünde, “Türkiye Cumhuriyeti’nin sömürgeci boyunduruğunu parçalamayı hedeflemeyen bölgesel özerklik, otonomi gibi sömürgecilikle uzlaşmayı getiren teslimiyetçi arayışları teşhir etmek, buna karşı kararlı mücadele vermek.[7] cümlesi yer almaktaydı. Örgütün Marksist-Leninist ideolojisi, kuruluş yıllarına hâkim olan “Soğuk Savaş” döneminin koşulları, yani Sovyetler Birliği’nin etkileri ve desteğiyle örtüşmekte olan bir tercihti.

Ben Kürt halkı için mücadeleye Kürt olduğum için değil, sosyalist olduğum için el attım. Benimki Barzani ve Talabani gibi aşiret Kürtçülüğü değil, benimki yoksulluktan geliyor.[8] diyen Öcalan’ın ta kendisidir. Üniversite yıllarında en çok etkilendiği THKP-C örgütü lideri Mahir Çayan ve THKO örgütü lideri Deniz Gezmiş’in görüş, eylem ve yöntemlerini birleştirmeyi savunmuş ama daha çok İstanbul Hukuk Fakültesi’nden, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gitmesine de vesile olacak Mahir Çayan’a olan hayranlığı[9] ön plana çıkmaktadır. Mahir Çayan da emek-sermaye çelişkisi üzerine Marksist-Leninist ideolojiyi savunmakta ve bu uğurda silahlı mücadeleyi tek yol olarak benimsemekteydi. Bu nedenle PKK, Türkiye’de terörün Marksist-Leninist ideolojiye dayalı olarak başlamış ve Sovyet sisteminin iflası ya da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ideolojisini Kürt etnik kimliğine bırakmıştır.[10]

Öcalan’ın kaleme aldığı “Bir Halkı Savunmak” ve “Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto)” adlı kitaplarda parti programının da (PKK bu toplantıyı I. kongresi olarak kabul etmektedir.) özünü oluşturmakta olan “Bir Halkı Savunmak” adlı kitabın eleştiri, özeleştiri ve yeniden yapılanma bölümünde, “Ne ilkel Kürt milliyetçisi bir eğilim ne de sosyal şoven dediğimiz bir sol eğilim değil, tamamen kendine özgü bir tarih ve güncellik yorumuyla ‘Kürdistan Devrimcileri’ olarak çıkış yapmak daha uygun geliyordu.[11] ifadesi yer alır.

Bu ifade, PKK’nın niteliğini ve amacını “Kürdistan sömürgesi 4 devlet (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) tarafından dörde bölünmüştür. En büyük parça ise Türkiye Kürdistan’ındır. Hedef, sömürgeciliği yıkarak, bağımsız demokratik ve birleşik bir Kürdistan devleti kurmak” olduğudur.

Devrimde öncü gücü proleterya-köylü, temel ittifakı işçi-köylü-aydın ittifakı, müttefikleri de yurtsever kesimler, sosyalist ülkeler, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketi ve ulusal kurtuluş hareketleri oluşturmaktadır. Neticede PKK’nın projesinin Türkiye’den ayıracağı topraklar üzerinde “Bağımsız Kürt Devleti” kurmak olduğu, örgütün belgelerinde bu amacın açıkça belirtildiği, söylem düzeyinde zaman zaman değişiklikler ön plana çıkmış olsa da asıl maksadın hiç değişmediği[12] söylenebilir.

1981 yılı Temmuz ayının 15 ila 26’sında, Lübnan-Helwe kampında PKK’nın I. Konferansı yapılmış, bu konferansta alınan karar gereği Avrupa’daki faaliyetlerin de bir temsilciliğe bağlanması fikrinde birleşilmiştir. Ayrıca örgütün aldığı darbeleri de tamir etmek amacıyla bir dizi planlamalar yapılmıştır. Konferansın ardından Lübnan-Beka Vadisi’nde bulunan Filistin Demokratik Halk Cephesi tarafından Helwe kampı tamamen PKK’ya tahsis edilmiştir. [13]

Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad tarafından Kürdistan Demokrat Partisi’nden (KDP) alınan izinle de PKK, Irak’ın kuzeyinde yerleşmiştir. KDP Lideri Mesut Barzani, önce Türkiye’den çekinmiş fakat Hafız Esad’ın baskıları sonuç vermiş, teklif kabul edilerek 1981’de Kuzey Irak’a ilk adım atılmıştır. Buradaki eğitimlerde kullanılmak üzere Öcalan tarafından kaleme alınan “Örgütlenme Üzerine, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Problemi ve Kürdistan’da Zorun Rolü” adlı üç kitap[14] hazırlamıştır.

PKK’nın II. kongresi, 20-25 Ağustos 1982’de (Bu kongre stratejik açıdan çok önemlidir; zira PKK terör örgütü, 1980’li yılların başında iki stratejik gelişmeyle hem Türkiye’nin doğu ve güneydoğuda hem de Irak ve Suriye’nin kuzeyine konuşlanmalarıdır) Suriye’nin Ürdün sınırında bulunan bir kampta gerçekleşmiştir. Bu kongrede alınan kararlara göre yurtdışına eğitim amaçlı çıkan militanlar 1982 sonu itibarıyla, özellikle 1983 başlarında Türkiye’ye giriş yapmışlardır. [15]

1982 yılının Haziran ayında İsrail, Lübnan’da üslenmiş olan Filistin kamp ve karakollarına yönelik bombardımanı sonucu PKK militanlarını Suriye ve Irak’ın kuzeyine yerleştirmiştir. Haziran 1984’te Öcalan’ın emriyle Kürdistan Kurtuluş Birlikleri (HRK: Hezen Rızganiye Kurdistan) adıyla silahlı propaganda birliği oluşturulmuş, bu birliğin kuruluşunun bir eylemle duyurulması kararlaştırılmıştır.[16]

İşte tam da bu karar, PKK’nın ilk silahlı ve kanlı eylemi olan 15 Ağustos 1984 gecesi Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerine eş zamanlı gerçekleştirilen baskınlardır. Öcalan yakalandıktan sonra yapılan ilk sorgusunda bu saldırıyla ilgili şu ifadelerde bulunmuştur.[17]“PKK örgütünün kuruluşundan itibaren silahlı mücadelesini 1984 Ağustos’una kadar olan bölüm ve ondan sonraki bölümler olarak ayırabiliriz. Birinci dönem Hilvan-Siverek dönemidir. Daha çok mahalli otoriteye karşı, Eruh baskınları ise devlete karşı doğrudan gerilla karakterinde başlar.”

Terör örgütü PKK, Eruh ve Şemdinli baskınlarından sonra da silahlı eylemlerine devam etmiştir. Bu eylemleri engellemek ve halkın devletin yanında yer almasını sağlamak maksadıyla dönemin hükûmeti (Türkiye Cumhuriyeti Devleti 45. Turgut Özal hükûmeti) tarafından 4 Nisan 1985’te “Geçici Köy Koruculuğu Yasası” çıkartılmıştır. Bu karardan rahatsız olan örgüt, köy koruculuğunun kaldırılmasını önemli hedeflerinin arasına yerleştirmiştir. 1984-1987 yılları, terör örgütünü, PKK’nın devlete karşı doğrudan gerilla hareketi olarak değerlendirildiği yıllardır.

25-30 Ekim 1986’da Irak’ın kuzeyinde Helve kampında, örgütün III. kongresi gerçekleştirmiştir. Kongrede alınan kararlar doğrultusunda, vergilendirme ve askerlik yasalarının çıkartılması faaliyetlerini 7 eyalet esasına göre yürütülmesi, şehir faaliyetlerine başlanması ve geçici köy korucularına saldırılar düzenlenmesi kararları almıştır.[18] 1987 yılı, PKK’nın askerî hedeflere saldırılarıyla yoğunlaştığı bir dönemdir. 1988 yılının Şubat ile Eylül ayları arasında, Irak’ta Halepçe Katliamı yaşanmıştır. Bu yaşanan olayın akabinde 80.000 Iraklı mülteci Türkiye’ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır.

Irak güçlerinin KDP ve KYD peşmergelerini takip amacıyla Irak’ın kuzeyine ve buradan da Türkiye’ye girmek isteyeceklerini düşünen Türkiye, Irak ile olan sıcak takip anlaşmasını uzatmak istememiştir.[19] Türkiye’nin bu kararı 1984’te başlayan sınır ötesi harekâtları sona erdiren bir karar olmuştur ancak sınır ötesi harekâtlar, 1991 yılında yeniden başlayacaktır.[20] Şubat-Eylül 1988’de Saddam’ın Halepçe Katliamı’nın ardından oluşan Iraklı mülteci akını dolayısıyla girişler daha kolay hâle gelirken, PKK’nın da bu noktada silah ve mühimmat bulup temin etmekte hiç de zorlanmayarak, Irak’ın kuzeyinde üstlenmeleri imkânları daha da arttırmıştır.

Bu dönemde PKK, Türkiye içerisinde sekiz ayrı bölgede silahlı militanlarıyla yeniden örgütlenmiştir.[21] Ancak tüm bu bölgelerdeki silahlı örgütlenmelere ve eylemlere karşın PKK, kurtarılmış bölgeler oluşturamamıştır. Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemiş PKK terör örgütü, 1980’lerin sonuna gelindiğinde bölge halkından beklediği desteği elde edemeyince yeni bir stratejik değişikliğe yönelmiştir. Bu yeni stratejik değişiklik, örgütün İslami değerleri ve öğeleri başlangıç ideolojisine ekleme yaparak bölge halkını yeniden yanına çekmek ve desteğini almak istemiştir. [22] Bundan dolayıdır ki Partiye İslami Kürdistan (PIK) gibi yan örgütleri kurmuştur.

PKK’nın IV. kongresi, 21-23 Aralık 1990’da Irak’ın kuzeyinde Haftanin bölgesinde gerçekleşmiş ve kongre sırasında Abdullah Öcalan, kendi liderliğine yönelik Mehmet Şener’in sert tepkisiyle karşılaşınca, kongreden birkaç ay sonra PKK’lılar tarafından Suriye’de öldürülmüştür. [23]

Tarihler 2 Ağustos 1990’ı gösterdiğinde Irak, Kuveyt’i işgal etmiş; 27 Ocak 1991’de ABD, İngiltere, Fransa ve BM koalisyon güçlerinin Irak’a savaş açmasıyla şiddetlenen ve Irak’ın yenilgisiyle sonuçlanan, 3 Mart 1991’de ateşkesin imzalanmasıyla son bulan I. Körfez Krizi, aynı zamanda PKK terör örgütüne de iyi zemin ve fırsatlar yaratmıştır. Zira Irak’ın yenilgisiyle Türkiye’nin Irak sınırında konuşlanmış olan Irak kuvvetleri, silahlarını ve teçhizatlarını bırakarak kaçmışlar; bu silahlar ve teçhizatlar PKK terör örgütünün eline geçmiştir. Bu bölgede oluşan otorite boşluğuyla PKK, güçlerini bu bölgede yeni oluşturacağı kamplarla sağlamlaştıracak ve militan sayısını da arttıracaktır.[24]

İran-Irak Savaşı’nın sona ermesinin ardından Körfez Krizi’nden sonra PKK’yı etkileyen bir diğer konu ise, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Doğu Bloku’nun dağılmasıyla Marksist-Leninist sistemin de çöküşüdür. Bununla birlikte örgüt, küçük silahlı eylemlerinden çok siyasi faaliyetlerine daha ağırlık vermiştir. Bu dönemde, dönemin hükûmeti, muhalefeti, SHP ve SODEP, doğu ve güneydoğudan oy alabilmek adına Kürtçülük yapanları parti bünyelerine katıyor, CHP’nin yerine kurulduğunu iddia eden Sosyal Halkçı Parti (SHP), ilk Kürt partisi olarak lanse edilen Halkın Emek Partisi (HEP) ile seçim ittifakı yapıyordu.

Bu dönem, siyasi söylemlerin tonunun değiştiği bir dönem olmakla birlikte en çok dillendirilen söylemler; “Kürt gerçeğini tanımak”, “Kürt kimliğini tanımak”, hatta “Türkiye vatandaşlığı kavramı” gibi yeni siyasal kavramlar üretiyorlardır. İşin en tuhaf yanı ise devletin en zirvesindeki ismin de “Federasyon” gibi nereye varacağı ve ülkeyi hangi istikamete götüreceği belli olmayan projelerden bahsediyor olmasıydı.

Temmuz 1993’te Halkın Emek Partisi (HEP), 11 milletvekilinin PKK terör örgütüyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. [25]HEP’in kapatılmasıyla birlikte Türkiye’deki liberallerin Kürt partilerine ve dolayısıyla Kürtçülük yapan vekillere sahip çıkmaları karşısında gerilen ortamda liberaller şu şekilde gerekçe sunmuşlardır: “Eğer TBMM’den kaçırırsak dağa çıkarlar.” Oysa HEP ve DEP’li Kürtçü vekillerin gayesi zaten PKK’yı meclise sokmaktı, hatta Öcalan’ın amacı da bu değil miydi? Yakalandıktan sonra yapılan sorgulamalarında verdiği yanıt da HADEP ve diğer Kürt partileriyle yakın irtibatlarını ortaya koymaktaydı. Abdullah Öcalan, bir dönem de hocalığını yaptığı Yalçın Küçük’e, HEP, DEP, HADEP’le ilişkilerini ve para yardımlarını, hatta TBMM’ye SHP ile ittifak ederek seçilen HEP milletvekillerine ve özellikle Leyla Zana’ya, “Meclise kendi elbiselerinizle gidebilirsiniz, kendi dilinizle konuşabilirsiniz, Kürt olduğunuzu belirtebilirsiniz.” diye talimat verdiğini itiraf ediyor.[26]

1993 Mart’ında çözüm sağlamak maksadıyla sözde ateşkes ilan eden örgütün 24 Mayıs 1993’te 33 masum silahsız askerimizin Bingöl’de şehit etmesiyle sözde ateşkes son bulmuş, 1995 sonlarına kadar yoğun çatışma dönemi devam etmiştir. Bu yeni dönemde PKK’nın uyguladığı, “gerilla taktiği” olarak tanımladığı vur-kaç taktiğini benimseme yoluna giderek, iş adamlarına ve kamu çalışanlarına yönelik eylemleri arttırmıştır. [27] Öyle ki gazeteci Mehmet Ali Kışlalı’nın deyimiyle güneydoğuda düşük yoğunluklu bir iç savaş başlayacak ve altı yıl boyunca Türkiye’nin, Kürtlerin ve Türklerin kaderini ipotek altına alacaktı.[28]

Örgüt, V. kongresini 8-27 Ocak 1995 tarihinde Haftanin kampında gerçekleştirmiştir. Bu kongrede yeniden yapılanma kararı alan örgüt; genel sekreter yerine “başkan”, genel sekreterlik yerine “başkanlık konseyi” kurulmasına karar vermiş; örgütün amblemindeki Marksist-Leninist yapıyı ifade eden “orak-çekiç” kaldırılmış; silahlı mücadeleye devam kararı ancak siyasal ve diplomatik ilişkilere daha ağırlık verilmesi, sivil halkı yeniden kazanmak amacıyla da sivil halka yönelik eylem yapılmaması kararı alınmıştır. [29]

12 Nisan 1995’te “Sürgündeki Kürt Parlamentosu”, Hollanda’nın Lahey kentinde açılmıştır. Örgütün V. kongresinde aldığı kararlardan bir diğeri de Karadeniz ve Akdeniz kırsalına yayılarak etkili olma stratejisiydi. Örgüt lideri Öcalan, 1997 yılında Türkiye’nin iç politik gündemini ve kamuoyunu etkileyecek kurumsallaşma, siyasallaşma, legalleşme faaliyetlerine ağırlık vermeyi hedeflemiş, siyasi diyalog yolları açmaya yönelik bir çabaya girmiştir.

Örgüt, Karadeniz ve Akdeniz kırsalında etki gösterme girişimi başarısız olunca bu sorunları aşmak adına sol terör örgütlerinden TİKKO ve DEV-SOL ile ilişkileri daha da yoğunlaştırmış. 15 Mayıs 1988’de örgüt ileri gelenleriyle Almanya Berlin’de bir araya gelerek, özellikle Karadeniz ve Akdeniz’e yayılmak için yardım çağrısında bulunmuş ve ortak eylem birliğine girme kararı almışlardır. Ancak yapılan birtakım eylemler beklentilere yönelik gelişmeler göstermediği gibi, devletin kararlı tutum ve operasyonları neticesinde etki oluşturmak istedikleri bölgelerden temizlenmişlerdir. [30]

1979 yılından 11 Ekim 1998’e kadar Suriye topraklarında barınan örgütü eğitim, lojistik trafiği ve silah desteğinin temin edildiği Şam’daki karargâhından yöneten Abdullah Öcalan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin inisiyatifi ve Türk Devleti’nin gücünü göstermesiyle Suriye’den kovulmuştur.

17 Temmuz 1998’de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ateş, Şam yönetimine seslenerek PKK’ya verilen desteği durdurmasını istemiştir. Bu konuşma, Türkiye’nin terörle mücadelede yeni bir sürecin başlayacağının habercisi olmuş, Abdullah Öcalan’ın da Şam’dan kaçışının ve 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanışıyla son bulmuştur. [31] Yakalandıktan sonra özel bir uçakla Türkiye’ye getirilirken, Türk güvenlik güçlerine vermiş söylemiş olduğu bir söz çok ilginçtir.

Öcalan, annesinin Türk olduğundan başlayarak Türkiye’ye hizmet edebileceğinden bahsetmiştir. Bu ilginç yaklaşımı gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesindeki bir köşe yazısında, “Öcalan’ın bu hareketiyle göbek bağı olduğuna işaret ettiği 1925’teki isyanın başı Şeyh Sait’in yakalandıktan sonra söyledikleri arasında büyük bir benzerlik olduğunu”[32]belirtmektedir. Bu benzerliğin fiziksel olmadığını hepimiz anlamışızdır.

Bir İngiliz ajanının, 1918’den 1938’e kadar güneydoğuda, Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren, “Kürtlerin Lawrence’i Binbaşı E. W. C. Noel’in 1920’den sonra bölgede zuhur eden başkaldırılarda ve 1925’teki Şeyh Sait isyanında muhakkak parmağı vardı.” sözlerini Öcalan’ın da teyit etmesidir. Bu durum ise bizlere, geçmişteki yaşanan isyanların arkasında beyaz uzun bacaklı adamın varlığını gösterirken, bugün bu örgütün arkasındaki güç/güçlerin kimler olduğu ve bu desteklerin ardında yatan gerçek amacın ne olduğudur.

29 Haziran 1999’da İmralı’da yargılanması sonucu Abdullah Öcalan’a verilen idam kararı, 25 Kasım 1999’da yargıtay tarafından onanmıştır. Abdullah Öcalan’ın yakalandığı dönem, aynı zamanda PKK terör örgütünün VI. kongresini gerçekleştirdiği dönemdir. Altıncı kongre, 1999 yılının Ocak ayında Irak’ın kuzeyinde bulunan Kandil’de gerçekleşmiştir. Abdullah Öcalan, 2 Ağustos 1999’da yargılandığı tarihte PKK’dan silahlı eylemlerine son vermelerini ve Türkiye’yi terk etmelerini istemiştir. [33]

Öcalan’ın bu kararı aynı zamanda PKK’nın, Irak’ın kuzeyinde bulunan Kandil’de gerçekleştirdiği VI. kongrenin de kararlarına birebir uymaktaydı. VI. kongrede Öcalan’ın hazırlayıp sunduğu “Politik ve Örgütsel Rapor” olarak dile getirdiği taleplerde örgütün yeniden yapılandırılması, ARGK’nın askerî eğitim ve nitelik açısından gelişmesi, ERNK’yı ise merkezden tabana kadar yeniden örgütlenmesinin zorunluluk olduğu, “diplomatik faaliyet” olarak da başta Orta Doğu’nun “ilerici-yurtsever güçleri” olmak üzere dünyadaki tüm sosyalist ve demokratik çevrelerle ilişki ve ittifak içinde olunması gerektiğini, ayrıca intihar türü eylemlerin arttırılması kararları vardır. [34]

2-13 Ocak 2000 tarihleri arasında toplanan VII. kongrede ise parti programı değiştirilmiştir. Bu değişiklikle örgüt, “Demokratik Cumhuriyet ve Barış Projesi” adını verdiği, demokratik yöntemlerle Kürt sorununa çözüm aradığını belirtmiş,[35] ayrıca örgütün ordu kanadı olan ARGK yerine bir yeni yapılanmaya gidilerek Halk Savunma Güçleri (HezaParastina Gele-HPG) kurulmuştur. Bu kararlarla PKK, Öcalan’ın değişiklikleri harfiyen benimsemiş ve “Demokratik Cumhuriyet” tezi olarak yaşama geçirilmeye başlanmıştır. Örgüt, strateji değişikliğini karara dönüştürürken, Öcalan’ın idam cezasının infaz edilmemesi ve kendisine “siyasal çalışma özgürlüğü” tanınması gerektiğini de kararları arasına almıştır.[36]

Terör örgütü PKK’nın Nisan 2002’de gerçekleştirdiği VIII. kongresi ise KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi)’in I. kongresi olarak isimlendirilmiştir. Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne sunduğu savunmalar “Başkanlık Raporu” olarak tanımlamış ve “Demokratik Uygarlık Manifestosu” olarak benimsenmiştir. Bu raporda “21. yüzyıla damgasını vuracak yeni bir uluslararası sistemin şekilleneceği ve bunun daha barışçıl, daha demokratik, daha özgürlükçü ve adil bir sistem” olacağı belirtilmektedir.[37] Ayrıca bu kongrede silahlı mücadele, yerini siyasi mücadeleye bırakmış, “bağımsızlık” yerine “Kürtlerin demokratik-kültürel-hakları” konulmuş, ayrıca “silahlı unsurların tasfiye edilmeyeceği, iktidar olma çabası yerine bu görevin demokratik uygarlık çizgisinde gelişecek siyasi partilerle STK’lara bırakılacağı” ifade edilmektedir. [38]

Terör örgütü PKK’nın VII.-VIII. kongre kararları ve talepleriyle Avrupa Birliği kriterlerinin büyük ölçüde örtüştüğü ve benzerlikler içerdiğidir. Bu benzerlikler, AB uyum yasalarının çıkarılması konusunda problem çıkmasına sebep olmuştur. TBMM, 3 Ağustos 2002’de Öcalan’ın da yararlanacağı idam cezasının kaldırılmasını, Kürtçe dâhil ana dilde öğrenim ve yayın olanağı sağlanmasını içeren AB uyum yasalarını kabul etmiştir.[39] Bu yasalarla örgüt lideri Öcalan, yargıtay tarafından onaylanmış idam cezasının infaz edilmesinden de kurtulmuştur.

Örgütün isminin KADEK olarak değiştirilmiş olması, uluslararası bağlamda örgütü aklamadığı gibi kabul görmeyerek, Öcalan’ın yeni talimatıyla 27 Ekim-6 Kasım 2003 tarihinde IX. kongrede KADEK ismi değiştirilerek, Kürdistan Halk Kongresi “KONGRA-GEL” olmuştur. [40] Ancak bu girişimde beklentileri karşılamamış ve 2004 yılında AB, KONGRA-GEL’i de terör örgütleri listesine dâhil etmiştir. AB’nin bu kararından ötürü rahatsız olan örgüt KONGRA-GEL’in II. kongresi, aynı zamanda PKK’nın X. kongresini 15-26 Mayıs 2004 tarihinde yeniden toplamıştır. Gerçekleştirilen kongrede HPG’nin 6 yıldır sürdürdüğü tek taraflı ateşkesi sonlandırdığını, Irak’ın kuzeyinde konuşlanmış olan militanlarının Türkiye’ye kaydırdığını, ayrıca AB’nin KONGRA-GEL’i terör örgütleri listesine almalarından dolayı rahatsızlıklarını ve eleştirilerini de dile getirmişlerdir. Kongrede alınan bu kararlarla 1 Haziran 2004 tarihinde PKK’nın silahlı-kanlı eylemleri başlamıştır. [41]

28 Mart 2005 tarihinde Öcalan’ın önerisiyle toplanan “PKK’nın Yeniden Yapılanma Kongresi”, Öcalan’ın doğum günü olan 4 Nisan’da, (XI. Kongre) bitirerek PKK’nın yeniden kuruluşunu ilan etmiştir. Bu maksatla, Kürdistan Konfederasyon Topluluğu (KKK: Koma Komalen Kürdistan) kurulmuştur. “KKK Sözleşmesi’nde (Bu aynı zamanda XII. kongredir.), İrlanda, Türkiye’de, Suriye’de hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtler bir araya gelerek kendi federasyonlarını, birleşerek de üst konfedralizmi oluşturur.”[42] ifadesi yer alır. Buna göre KKK Sözleşmesi’ndeki “Bundan sonra Kürdistan’da üç hukuk geçerli olacaktır: AB hukuku, üniter-devlet hukuku, demokratik konfederal hukuk. Üniter devletler İran, Irak, Türkiye ve Suriye, Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidilecektir.” [43] cümlesi, bunun bir parametresi olmaktadır. KKK adıyla kurulan oluşum, XIII. kongre (PKK/KONGRA-GEL IV. Genel Kurul Toplantısı); 17-23 Nisan 2006 tarihleri arasında yapılmış, bu kongrede “ulusal konferans” çağrısı tekrar edilmiş, ayrıca Abdullah Öcalan’ın “sahiplenilmesi ve özgürlüğü için çaba gösterilmesi temel eksen olarak” belirlenmiştir.[44]

PKK/KONGRA-GEL V. Genel Kurul Toplantısı olan XIV. kongre; 16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında, Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilmiştir. Bu kongrede alınan kararlarla KKK adı kurulan oluşumun ismi yeniden düzenlenmiş ve Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK: Koma Cevekan Kürdistan) olarak değiştirilmiştir.[45] Bu kongrede vurgulanan en baskın söylem ve karar, bütün “Kürdistanlı güçlere ulusal konferans” çağrısı olmuştur. Öcalan’ın sağlık durumunun olduğu ön planda işlenerek siyasal eylemlerde kullanılması istenmiş, terör örgütü PKK ile ilgili tek yetkilinin de Öcalan olduğu vurgulanmıştır.  Kongrede alınan bir diğer önemli karar ise (KCK Yürütme Konseyi, 2007:7) değişikliğidir. “KCK Sözleşmesi’nde yapılan bir diğer değişiklik ise; KONGRA-GEL, KCK adına devletler ve milletler arası kuruluşlar ve farklı topluluklarla yapılan anlaşmaların onaylanmasını görüşüp karara bağlayacağı” (Md. 12 / h) maddesinin değiştirilmesidir. [46]

2008 yılında yapılan KONGRA-GEL VI. Genel Kurul Kongresi’nde: ABD ve AB’yi Kürtlere karşı şiddet politikasını desteklememeye çağıran genel kurul, Kürtler arası ulusal birliğin geliştirilmesi için de çerçeve kararı almış; dönemin üç temel görevi olan KCK sisteminin inşası, Serhildan ve gerillanın daha örgütlü ve güçlü kılınması gereğini önemle vurgulamıştır. [47] Görüldüğü üzere örgüt, her ne kadar siyasi mücadeleyi esas aldığını ifade etmiş olsa da kongre kararlarından da anlaşılacağı gibi sürekli olarak silahlı mücadele kanadının hem gücünü arttırmak hem de yeniden yapılandırmayla silahlı mücadelesine devam edeceğini vurgulamaktadır.

PKK/KCK bu dönemde halk tabanını hem kontrol altında tutma adına hem de daha çok geniş kitlelere ulaşmak adına bir dizi strateji, taktik ve bu stratejiye yönelik eylemleri uygulamaya koymuştur. KCK’ya başka bir açıdan bakacak olursak karşımıza, “Kürt açılımı” çıkmaktadır. Bu durum, 2005 yılında AB ile yeniden başlatılan tam üyelik müzakereleri döneminde başlayan “Terörle mücadele süreci”, 2009 yılında başlatılan “Kürt açılımı” ya da “çözüm süreci” ile devam etmiştir. Tarihler 2010’u gösterdiğinde AKP hükûmetiyle terör örgütü PKK, Oslo’da gözetleyici/hakem devlet ABD ve İngiltere nezaretinde görüşmelere başlamıştır. Türkiye’nin terörle müzakere sürecinde Eylül 2010 ayı içinde yoğun bir diyalog trafiği yaşandı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, ağustos ayında sessizce İmralı’ya giderek PKK elebaşısı Öcalan ile görüştü.[48] Öcalan ile 346 görüşme (Bunların sadece 56’sını pazarlıkların yoğun olduğu Mart 2010-Kasım 2011 arası yani Oslo görüşmelerinin yoğun olduğu dönemde) yapıldı.[49] Oslo görüşmelerinde terör örgütü PKK’ya bir dizi vaatler verildiği iddia edilmiştir. Bu vaatleri sırasıyla; Öcalan’ın salıverilmesi, özerk bölge ilan edilmesi, dağdaki teröristlere oluşturulacak özerk bölgede polis olma imkânı verilmesi, bölgeye BM gözetiminin verileceği gibi izlemektedir.[50] Ancak KCK, kendini silahtan arındırmadığı gibi silahlı terör eylemlerini de arttırmıştır.

Esasen KCK yapılandırma fikri 1990’lı yıllara dayanmaktadır. 1991 yılında Bonn ve Stockholm konferanslarında “Kürt sorunun çözümü” için belli ilkeler saptanmış; bu ilkeler, 1993 yılında Avrupa Konseyi’nde ilgili taraflara tavsiye niteliğindeki kararlara dönüştürülmüştür. Batılı ülkelerin üzerinde mutabık kaldığı bu tavsiye kararlarında; her parçada yaşayan (Türkiye, Irak, İran ve Suriye kastedilmektedir.) Kürtlerin kendi aralarında birlik oluşturmaları ve bilahare bu dört parçayı temsilen bir çatı örgüt meydana getirmeleri, örgütlenme modeli tavsiye edilirken; mücadele stratejisi olarak da temel insani ve demokratik haklar, kültürel özerklik, idari özerklik, federasyon ve bağımsızlık gibi aşamaları içeren bir yol önerilmiştir.

Kürt örgütlerinin birlik oluşturmasının uluslararası temsilde kolaylık sağlayacağı, temel insani demokratik hakların talep edilmesinin de sonuna taraf ülkelerin tepkilerini yumuşatacağı ve güçlü kamuoyu desteği yaratacağı[51] belirtilmiştir. PKK/KCK terör örgütünün bu stratejiyi hayata geçirdiği, bunu yaparken de silahlı eylemlerine ara vermediği bilinmektedir.

90’ların ikinci yarısından sonra PKK’nın yöneticileri silahlı mücadelenin çıkmazda olduğunu gördü. Şiddet ve terörle ilerleme sağlanamayacağın anlamışlardı. Kürt halkının yaşadığı toprakları silahlı mücadeleyle ayırıp koparmayı, bağımsız devlet kurmayı amaçlamadığını tüzüğünün giriş bölümünde nihai amacını formüle ederken belirtiyor. “Demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması ve bilimsel-demokratik sosyalizm çizgisi temelinde demokratik konfedere yapılanmayla Kürt ulusunun öz demokratik yönetimini ve birliğini geliştirmek…”[52] PKK içinden silah zoruyla ayrılma politikalarının Kürt halkına zarar verdiğini ilk dile getirenlerden biri Abdullah Öcalan’dı. 2005 yılında “konfederasyon” hedefini PKK’nın önüne koymuştu. Altı yıl sonra, 14 Temmuz 2011’de, parti “demokratik özerkliği” ilan etmişti. Ancak geçen 11 yıla rağmen belirtilen iki uzun vadeli hedef, hendek savaşlarıyla özünden uzaklaştırıldı.

Sosyalizm ve konfederasyon arasında programda kurulmaya çalışılan ilişkiler de inandırıcılığını yitirmişti: “Bu anlamda temsilini PKK’da bulan Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği ‘demokratik sosyalizm’, halkların ideolojik kimliği olarak düzenlenmiştir. Bunun pratik siyasal ifadesi Demokratik Konfederalizm olmaktadır…” [53]“Demokratik konfederalizm” de “demokratik sosyalizm” de silahla ve terörle gerçekleşemezdi. PKK programında sözü edilen “demokratik konfederalizm” politikası söylemden öteye gitmese de 80’li ve 90’lı yılların PKK’sından uzaklaşma ve köklü bir kopma girişimi olduğu gerçektir.

Kuruluşundan 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanışına kadar, Kürt halkı PKK’yı “kendi kaderini tayin hakkının” savunucusu olarak görmüş ve etrafında kenetlenmiştir. 1999’da Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasından sonra PKK’nın mücadelesi durmuştu. İmralı’da sorgusu ve davası süren Öcalan’ın da “Silahlı eylemlerinize son verip Türkiye’yi terk edin mesajı vermişti.” emri vardı.[54]  PKK’nin çıkmaza girdiği bu yıllarda, bölgesel çıkarları olan küresel/bölgesel güçler bir arayış içindeydi.

Lipson ve Bookchin Modeliyle Tanışma

Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetlerin çökmesinden sonra sol radikal düşüncenin ve Abdullah Öcalan’ın, Marksist-Leninist ideolojinin yerini alacak ve PKK’yı bulunduğu açmazdan çıkartacak yeni toplum ve ideolojik alternatifin arayışı içindeydi. Önemli düşünürlerin içinden en çok Amerikalı Marksist anarşist “komünal konfederal” sistemi savunan Bookchin modelini benimsedi.[55] Kısaca Bookchin modeli:

Murray Bookchin (1926-2006), toplumsal ekolojinin önde gelen dünyaca ünlü ismidir. Gençlik yıllarında ABD Genç Komünistler Birliği içinde yer almış; 1940’larda sendikal harekete, 1960’larda yeni sol harekete aktif olarak katılmıştır. Sendikalizmden anarşizme yönelen ve o yıllarda kendini “anarşist” olarak tanımlayan Bookchin, anarşistlerden de ayrılarak, 20. yüzyılın son çeyreğinde toplumsal ekolojinin sözcülüğünü yürütmüştür. 1974 yılında Vermont’ta Toplumsal Ekoloji Enstitüsü’nün kurucuları arasında yer almış ve yöneticiliğini yapmıştır. [56]

Bookchin, açık bir şekilde bir Hegelcidir (O, her ne kadar bir Hegelci olduğunu kabul etmese de). Şu sözler, tamı tamına Hegel ruhunu ve düşüncesinin karakteridir: “Tarih, (…) usun kültürel ve toplumsal açınımıdır. Uygarlık, tarihsel açınımın değişen aşamalarda edimselleşmesidir (actualization). Buna karşın ilerleme, kabaca, insanlar arasındaki ilişkilerde ve insanlığın doğal dünyayla ilişkisinde artan ussallığa, özgürlüğe ve de öz bilinçliliğe doğru, tarih ve uygarlığın kendi kendini yönlendiren etkinliğidir.[57]

PKK programı, Bookchin’in fikirlerinden esinlenerek sınıf mücadelelerinin ve devletçi politikaların yerine komünal politikaları, Orta Doğu’da “demokratik konfederalizm” ve “öz yönetimler” liberal ve post-modern çerçevede oturtulmuş bir manifesto niteliğinde olup, somut görev ve amaçlardan çok, felsefi politik ilkeleri formüle etmiştir. PKK, ideolojik merkez olma misyonunu üstlenerek bunu KCK aracılığıyla yerine getirmeye çalışmaktadır.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu soğuk savaş döneminde terör örgütü PKK’yı ve onun lideri Abdullah Öcalan’ı, PKK’nın teorik ve pratik anlamda yeni arayışlara itmiştir. Öcalan, tek süper güç Amerika’nın kalması, sosyalist blokun dağılması, Sovyetler Birliği’nin Suriye’ye, PKK ve benzeri örgütlere verdiği desteğin zayıflaması nedeniyle, yeni bir çizgi oluşturmaya çalışmıştır. [58]1995 yılında “PKK Programı” değiştirilmiştir. 1991 öncesi dönemde Marksist-Leninist ideolojiyi savunan Öcalan, Sovyetlerin dağılması ve yıkılmasıyla birlikte yeni oluşturulan ‘PKK Programı’nda daha evvel yere göğe sığdıramadığı Sovyetleri bu kez yermeye, hatta Marks’ı da eleştirmeye varan görüşlerde bulunmuştur.

1999’da yakalanması ve İmralı Cezaevi’nde vermiş olduğu (Kendine göre hukuki olmayan tamamen siyasi) savunmalarda, bağımsız devlet idealinden vazgeçtiğini, federasyonun safsata olduğunu, Türkiye’de Türkler ve Kürtlerin bir arada demokratik bir cumhuriyette eşit kurucu uluslar olarak yaşamaları gerektiğini[59] ifade etmiştir. Öcalan, Murray Bookchin’in modeli komünalizm ideolojisine geçmeden evvel Lipson Modeli olan “Demokratik Cumhuriyet Çözümü” üzerinde özellikle 2000’li yılların başından itibaren çalıştığı da kongre kararlarında çıkan sonuçlardan anlaşılmaktadır. Abdullah Öcalan’ın, “Komünist Konfederalizm” tezine geçene dek legal siyaset alanında PKK’nın görüşlerini savunan partiler eliyle gündemde tuttuğu “Demokratik Cumhuriyet” önerisinin, Lipson’un “Karışık Toplumlarda Demokratik Devlet” başlığı altında incelediği İsviçre, Belçika ve Kanada örneklerinden esinlendiği anlaşılmaktadır. [60]

Abdullah Öcalan’ın, Lipson’dan Bookchin’e yönelmesinin nedenlerinden biri Kürtlerin sadece bir egemen devletin coğrafyası içinde değil, dört egemen devlet coğrafyası içinde farklı dil ve kültüre sahip toplulukların demokrasi içerisinde yaşamalarına ilişkin görüşleri, Kürtlerin birden fazla devlet içinde dağınık olmaları gerçeğiyle tam olarak örtüşmemesidir. Bu yüzdendir ki Lipson’un bir devlet içinde demokratik toplum modelinden, Bookchin’in konfederasyon modeline yönelmiş olması tamamen bilinçli bir tercih gibi görünmektedir. Bu hâliyle düşünüldüğünde Kürtlerin, Türkiye, Irak, İran ve Suriye coğrafyasına yayılmış olmalarının konfederal bir modeli daha cazip kılmış olmasıdır.

Kısaca ifade edecek olursak: Öcalan, Marksizmi ve reel-sosyalizmi temsil eden Sovyetler Birliği, Çin, Küba modellerini terk edip giriştiği ideolojik arayışta Lipson ve Bookchin modelleriyle tanışması (Bookchin modelinin dört ülkeyi kapsayacak şekilde bir sistem oluşu ve ABD-AB’nin de desteklediği), Bookchin ile mektuplaşarak görüş alması; Bookchin’in önerdiği ve Öcalan’ın diktiği elbiseyi terör örgütü PKK’ya giydirmesi ve Kürt milliyetçiliği takısıyla süsleyerek bir PKK programı olarak KCK’yı 2005 yılında hayata geçirmesinin altında tamamen bölgesel çıkarları olan güçlerin bölgesel projelerinin hayata geçirilmesi yatmaktadır.

KCK’yı 2005 yılında hayata geçirmesinin altında da bu yeni ideoloji yatmaktadır. Kandil’deki yöneticiler, kabul ettikleri programın yeni bir “değerler dizisi” gerektirdiğini, buna uygun radikal örgütlenmelere gitmenin kaçılmaz olduğunu bilmelerine rağmen silahlı çatışmalara hazırlık yaptılar ve ne zaman çatışacaklarını da “egemen rejimlerin klasik inkâr ve imha siyasetinin ifadesi olarak zorbalıkta diretmeleri ve hukuka saygılı olmamaları hâlinde, örgütlü ayaklanmalar ve öz savunmaya dayalı gerilla savaşlarını” egemen güçlerin dayattığı politik koşullara bağladılar. Tam da bu noktada 2013 yılında KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık bir röportajında, “PKK’nın 1990’lardan bu yana Kürt sorununun savaşla değil, siyasi ve demokratik yollarla çözümünü esas aldığını ancak geliştirdiği ateşkeslerin zayıflık olarak algılandığını[61] belirtmesi durumu teyit eder nitelik taşımaktadır. 

KCK Başkanı Murat Karayılan’ın, 2012 yılı Ekim ayında BBC muhabirine verdiği röportajda ise, “Türkiye gibi demokratik bir ülke Kürt sorununu çözmeli, çözdükten sonra biz de silahlarımızı bırakacağız. Savaşın son bulması için biz her türlü arabuluculuğu kabul etmeye istekliyiz ve silahlı grup Türkiye’de özerk bir Kürt bölgesi için savaşıyor.”[62]açıklaması ise son derece düşündürücüdür. Zira bir terör örgütünün arabuluculuk teklifiyle arabuluculuk görevinin üstlenilmesi durumunda kimler arasında yapılacak olması sorusuna verilecek yanıt esasen birçok sorunun da cevabı olacak nitelik taşıdığıdır. Sadece bu mu? Silahların bırakılacak olmasını ise “Kürt sorununun çözümü” konusu olarak şarta bağlaması da ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir başka ayrıntıdır.

2013 yılı Nevruz konuşmasında Öcalan’ın silah bırakma çağrısında “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” sloganı ve çağrısı anında taban ve destek bulmuş olmalı ki 23 Mart 2013’de gazeteci Hasan Cemal, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile bir röportaj yapmıştır.[63] Bu röportajda Hasan Cemal’in “Öcalan, ‘Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun.’ dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?” sorusuna Karayılan, ‘Doğrudur, bize göre de silahın zamanı geçmiştir.’ şeklinde yanıt vermiş, ikinci sorusu olan; ‘Öcalan, ‘Yeni dönemde artık silah değil, siyaset öne çıkıyor; silahlı mücadeleden demokratik mücadeleye geçiliyor.dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?” sorusuna yanıt olarak Karayılan, “Evet, böyle düşünüyorum. Ama bunun için de aşamalar var katedilmesi gereken, süreçler var geçilmesi gereken.[64] şeklinde konuşmuştur. 

Bu açıklamalar elbette eli kanlı teröristlerin açıklamalarıdır; binlerce insanın geleceğini katletmiş katillerin. Bakın, artık kandil dahi “barış yanlısı”, şiddet ve silahlı eylemi tasvip etmiyor, terk edecek, çözümü savunuyor ve istiyor” algı politikalarından başka bir şey değildir. Zaten bu tarz algı politikasıyla cici görünmeye çalışan PKK’nın, ileride tüm güçleriyle birer kan emici zombi olacaklarını göstereceklerdir.

2013 yılında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nda görüşülen Türkiye Siyasi Denetim Raporu’nda yapılan ciddi bir değişiklik, Batı’nın, AB’nin konuya bir kez daha yanlı baktığını ortaya koymaktadır. Yapılan değişiklikle, “PKK terörizmi” ifadesi “çatışma” ifadesiyle değiştirilmiş ve PKK’lı teröristlerden “PKK aktivisti”[65] olarak bahsedilmiştir. Bu karar dahi AB’nin, örgütü “Barış yanlısı”, “çözüm isteyen taraf” olarak lanse ederek bu algı politikalarında uluslararası destek konusunda yalnız olmadığını kanıtlar niteliktedir.

2014 Ağustos ayında PKK terör örgütünün yayın organı Özgür Gündem’de çıkan bir haberde, PKK/KCK terör örgütünün IŞİD terör örgütüyle mücadelesinin Avrupa ve dünya kamuoyunda olumlu gelişmeler olduğunu, birtakım Alman ve Fransız siyasetçilerinin AB ve AP’ye “PKK’yı terörist örgütler listesinden çıkarın.” çağrısı yaptıklarından bahsedilmektedir. Sadece bununla kalınmamış ABD, Beyaz Saray’ın sitesinde PKK’nın terörist örgütler listesinden çıkarılması için “Kürdistan İşçi Partisi–PKK’yı uluslararası terör örgütleri listesinden çıkarın.” başlıklı imza kampanyasının başlatıldığı da belirtilmektedir.[66]

2014 yılı Ağustos ayında gazeteci Ruşen Çakır’ın KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık ile yaptığı röportajda, PKK’nın IŞİD ile çatışmasıyla ilgili soruya Bayık cevaben, “Biz parti çıkarından ziyade ulusal çıkarları, halkların çıkarlarını düşünüyoruz ve herkesin de bunu esas almasını istiyoruz. Bu temelde yaklaşımlar olursa bu gerçekten halkların kardeşliğine götürür. İşte o zaman Orta Doğu’daki mezhep savaşının önü alınabilir. Savaş doğru temele oturur. Özgürlük ve demokrasi isteyenlerle ona karşı olan güçlerin savaşına dönüşür ki doğru olan da budur.[67] demektedir. Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere örgüte birtakım vaatler verilmiş ve bu vaatler etrafında örgüt hem kirli yüzünü demokratik cümlelerle örtmeye çalışmış hem de kendisini demokrasi havarisi bir blokun tarafı olarak lanse etmiştir.

2014 yılının Ekim ayında Diyarbakır’da görevli bir astsubay, izinli gününde yanında eşiyle birlikte alışveriş yaptığı sırada arkadan yaklaşan eli kanlı örgütün canilerince, başına kurşun sıkılmasıyla şehit edilmiştir. Bu olayla ilgili açıklama yapan PKK/KCK’lı Cemil Bayık ve Duran Kalkan, “Şehirlerdeki gençlerin eylemlerini” onaylamadıklarını açıklamışlardır. Ancak ne var ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yapılan açıklamada astsubayın şehit edilmesi teröristlerin telsiz konuşmalarına yansıdığı gibi tamamen organize[68] edilmiş bir eylem olarak karşımıza çıktığıdır.

Aralık 2014’te Şirin Payzın, KCK/PKK terör örgütünün yasama organı olarak tanımladığı KONGRA-GEL Başkanı Remzi Kartal ile yaptığı röportajda, 6-8 Ekim olayları (Ayn El-Arap) ile ilgili sorulan soru, “Ama Kandil’e yöneltilen ciddi bir eleştiri var: Gençleri sokağa kışkırtıp sokaktaki şiddetle masada hükûmeti zorlamak. KCK, Kandil sokağa çıkın talimatı verdi mi?” şeklindedir. Bu soruya karşılık Remzi Kartal, “Bu anlamsız bir suçlama. PKK zaten bir isyan hareketidir. Kandil turistik gezi nedeniyle dağa çıkmış insanların olduğu bir yer değil.[69] yanıtını vermiştir. Bu açıklamayla örgüt yöneticisi, şiddetin siyasi hedefler için bir araç olarak kullanıldığını ifade eden cümleler kullanmıştır. Bir başka ayrıntı ise soruyu soran kişi/kişilerin konumları ve soruluş şekillerdir.

Bu yapılan röportajlarda halk tabanında algı politikasıyla destek ve taban bulmak adına yapıldığı da gözlerden kaçmamaktadır. Hangi amaçla röportaj yapıldığından ziyade, röportaj yapılan kişinin ve sorunun soruluş şeklinin âdeta bir STK yetkilisine sorulur havada geçiyor olması, sorunun muhatabının da 40 yıldan bu yana ülkemizin üzerine çöreklenmiş bir karabasan gibi kandan beslenen etnik-ayrılıkçı-nekrofil-zombiler çetesi olduğu da unutulmamalıdır.

KCK yapılanması ve KCK’nın ne olduğuyla ilgili diğer bir net tanım ise yine Abdullah Öcalan’dan gelmiştir. KCK’nın 2014’de yapmış olduğu, “Kürt halkının tüm mücadelesi ve gösterdiği direnişler Kürt sorununun çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine yöneliktir.[70] ifadesine karşılık Öcalan’ın, “KCK farklıdır, KCK illegaldir, silahlıdır… KCK, bütün parçalardaki (Türkiye, Suriye, İran ve Irak) Kürtlerin silahlı örgütlülüğünün ifadesidir.”[71] Bu açıklama ile Abdullah Öcalan KCK, KONGRA-GEL, yürütme konseyi, genel başkanlık kurulu gibi organları tanımlamaya çalışırken, bu yapılanmanın bir devlet yapılanması olmadığını yürütme konseyinin hükûmet organı gibi algılanmaması gerektiğini savunmaktadır. Ancak ortaya çıkan yapıların her birinin devleti oluşturan organlar niteliği taşıdığı da inkâr edilemez boyuttadır. Burada bir ayrıntı daha vardır ki o da Öcalan mutlak lider benim ve diğerlerinin sözü geçerli değildir mesajıdır.

Öcalan, “Kürtler demokratik ulus, demokratik özerklik taleplerini gündeme getirirken Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerine çağrı yaparken, bu dört devletin Kürtlerin özerk yönetimlerini kabul etmesini ister.”[72] demektedir. Bu ise bahsi geçen dört devlette egemenliğin bölüşülmesi çağrısıdır ki bu çağrıyı “Bir Halkı Savunmak” adlı kitabında şu şekilde ifade etmektedir:

Başta Türk ulus-devleti olmak üzere İran, Irak ve Suriye ulus-devletleri ve hatta Kürt Federe Devleti’yle (Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi kastediliyor.) barışçıl ve siyasi yaklaşımda çözüm ancak Kürt halkının demokratik ulus olma hakkını (Bu hak, diğer halklar için de geçerlidir.) ve bu hakkın doğal sonucu olarak demokratik özerk yönetim statüsünün kabul etmeleriyle mümkündür.[73]

Buradan da anlayacağımız, zaman zaman özerklik talepleri ön plana çıkartılmakta ve değişen şartlara göre kullanılmaktadır. Talebin özünde yatan Kürtlere özerk yönetim statüsünün anayasayla düzenlenmesidir. Anayasayla Kürtlere özerklik tanınması (Kuzey Irak modeli) kabul görmeyince Öcalan ve PKK/KCK, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) üzerinden iki kez ilan edilmesine karşın, bu girişim siyasi ve idari anlamda toplumsal kabul görmemektedir.

Komünal Ekolojik Konfederal Sistem

Abdullah Öcalan’ın Bookchin’den etkilenerek PKK/KCK’ya entegre etmeye çalıştığı komünal-ekolojik-konfederal sistem, yani yerel yönetimler ve eko topluluklar arasında bir ilişkiyi esas alan “dört ülkeden dört parça arasında konfederal bir devlet” modelini hayata geçirmek istediğidir. Bu dört ülkeden kasıt ebette Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki “Kürt bölgelerini” komünal federal bir şekilde örgütlenmelerini ve üst devlet olarak da konfederal bir yapı oluşturulmasını istemektedir.[74] Çatı devlet olarak lanse edilen ise KCK’dır. Öcalan’ın kurmak istediği, kurmayı hedeflediği “Konfederal Kürdistan” devletinin anayasası olarak tanımlanan ya da nitelenen ise KCK Sözleşmesi’nin “başlangıç” bölümünde geçen, siyaset felsefesi olarak Bookchin’in “toplumsal ekoloji-ekolojik toplum felsefesi” görülmektedir.

PKK/KCK’nın sözde 12. kongre bildirisi, silahlı mücadeleyi sonlandırmaktan ziyade, siyasi meşruiyet kazanarak federalizme zemin hazırlamayı amaçlayan stratejik bir yönelim olarak değerlendirilmektedir. ETA ve IRA örneklerinden farklı olarak bu süreç, uluslararası aktörlerin yönlendirmesiyle gelişmekte; örgütün ideolojik söylemi ise geçmişteki şiddet eylemleriyle çelişen bir meşrulaştırma çabası olarak görülmektedir. PKK’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgelerine karşıt söylemleri ve tarihsel isyanları kendi ideolojik çizgisine bağlaması, tarihsel bağlamdan kopuk ve maksatlı bir anlatı olarak eleştirilmekte; bu gelişmeler, Türkiye’nin üniter yapısını hedef alan uzun vadeli bir planın parçası olarak okunmaktadır.

Sonuç yerine birkaç cümle: Öcalan, uzun uzadıya savunmalarında terörist eylemler konusunda özeleştiri yaptığını ve bağımsız devlet kurmak fikrinden vazgeçtiklerini tekraren ifade etmiş olsa da gelişen süreçteki alınan kararlardan ve uygulamalardan, silahlı eylemlerinden vazgeçmedikleri ve bu yöntemin bazen siyasi anlamda sonuç almak için kullanılabileceğini itiraf etmektedirler. Dolayısıyla silahlı mücadeleyi bırakın terk etmelerini, silahlı mücadeleyi yönetecek gücün artırılması yönünde ek çaba sarf etmişlerdir. Ayrıca KCK Sözleşmesi’nde yasama, yürütme, yargı gibi devlet olmanın en önemli unsurlarından “silahlı güce” de yer verilmiş olmasının ne anlama geldiği de unutulmamalıdır. Bununla da kalmayan KCK Sözleşmesi’nin “savaş hâli ve silahlı güç” düzenlemeleri incelendiğinde olayın “konfederal devlet ordusu” niteliği taşıdığını söylemek çok da iddialı olmayacaktır.

Öcalan’ın yeni ideolojisi adı altında “Komünalist-konfederal sistem devlet değildir.” demişse de uygulamalarda PKK, “alternatif devlet” gibi hareket etmekle kalmayıp, “devlet kurumları” niteliğinde oluşumlara da devam etmektedir. Bu duruma örnek olarak özellikle güneydoğuda “askere alma” adı altında para toplama, yol kesip kimlik sorma ve yine vatandaşlar arasındaki itilaflı konularda ise “Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine değil, halk mahkemelerine getireceksiniz.” diyerek bir çeşit “devlet otoritesi” yaratmaya çalışmışlardır.

Bir diğer tartışma götürmeyecek konu da Öcalan ve PKK’nın, kurulduğu günden bu yana izlediği strateji, değişen konjonktürde hareket ettiği ve süreklilik arz ettiğidir. İdeoloji konusu ise özellikle 1991’den sonraki düzende ABD’nin tek kutuplu dünyada yerini almasıyla şekillenmiş ancak gerek Türk hükûmetlerinin ve uluslararası kamuoyunun tutum ve davranışlarına göre yeni ideolojik söylemler üretmiştir. Özellikle Murray Bookchin’in sisteminden etkilenerek Marksist-Leninist ideolojiden “Konfederal Kürdistan Devleti’nden” ya da kendi deyimiyle “Kürdistan Demokratik Konfederasyon” amacına ulaşmak için kurdurduğu örgütler PYD, PJAK, PÇDK, YPG ile hareket ve ilişki hâlinde olduğu ve uluslararası destek aldığıdır.

“Terörsüz Türkiye” ile başlatılan yeni süreçte gelinen nokta, örgütün silah bırakması bir yana, yeni nesil bir terör siyaseti ve stratejisini hayata geçirmektedir. Öcalan ve PKK/KCK, geçmişte tek taraflı ateşkes ve eylemsizlik kararları ilan etmişlerdi. Ancak günümüzde gerek uluslararası destek veren aktörler gerekse Türkiye’yi yöneten siyasal karar alıcıların ortaya koyduğu “Terörsüz Türkiye” stratejisi, esasen örgütün şimdiye kadar istediği devletten siyasi, anayasal, idari tavizler kopartmaktı. Öyle anlaşılıyor ki Öcalan liderliğinde örgüt, alacağını elde etmişe benziyor.

PKK/KCK, Suriye’deki (PYD/YPG) terör oluşumunun devletleşmesi, önce Şam’a entegre olması sonra Şam’a nüfuz ederek Akdeniz’e çıkma planı üzerinde Türkiye’nin ortaya koyacağı etkiyi engellemekle ilgili bir strateji içinde olduğu anlaşılıyor. Irak’ta ise başta Sincar ve Mahmur’un statüsü olmak üzere terör örgütünün tartışmalı bölgelerde, bölgesel yönetim ve Bağdat yönetimi alanlarındaki etkisinin ve varlığının meşrulaştırılma çabaları ön plana çıkıyor.

Bölücü Kürtçü Terör Örgütü PKK/KCK, sahneye çıktığı 1971’den günümüze silahlı olarak Türk ordusuna karşı pek çok kez başarısız olduğu bilinmektedir. Kendilerinin deyimiyle silahlı mücadeleyi kazanamayacaklarını anlayan Öcalan ve örgüt, başta Türkiye’de bir siyasal kuşatma, Türkiye’nin iç cephe ve demografik açıdan değerlendirildiğinde içten çürütme stratejisini hayata geçirmek suretiyle ulus devlet yapısı ve Türk milletinin bölünmesi sürecine aparatlık yapmaya çalışmaktadır. Zihinsel kodlara zehirli bir virüs enjekte ederek yapmaya çalışıyor. Bütün bu yaşananlar; terör örgütünün kazanımlarını, etkisini ve varlığını koruyarak devletin ve toplumun siyasi-ontolojik-kültürel-duygusal-travmatik ve kamusal düğümlerini hedef aldığı, kimlik ve devlet yapısını çökertmeyi amaçladığı çok katmanlı bir emperyal operasyona karşılık geliyor.


Kaynakça

[1]12 Mart 1971 Muhtırasından sonra Türkiye Halk Kurtuluş Partisi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)militanı 11 kişi, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamını engellemek amacıyla, Tokat’ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada öldürülürler. İçlerinden bir tek Ertuğrul Kürkçü kurtulmuştur. Bu olay siyasi literatüre ‘’Kızıldere Olayı’’ olarak geçmiştir.

[2] ‘’Bir Halkı Savunmak’’, PKK Hareketi, Özeleştiri ve Yeniden Yapılanma bölümü, s. 331

[3] A. g. e., 331

[4] A. Marcus, ‘’Blood andBlief’’, s. 46’dan aktaran İlker Başbuğ, ‘’terör örgütlerinin Sonu’’, s. 17, Remzi Kitabevi, 5. Basım, Ağustos 2014-İstanbul

[5] ‘’Bir Halkı savunmak’’, s. 331

[6] Dr. Nihat Ali Özcan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi’’, ASAM yayınları, Ankara, 1999, s.42

[7] Bila Fikret, ‘’Hangi PKK’’, s. 33

[8] A. Çevik, Politik Psikoloji, s. 69’dan aktaran İlker Başbuğ, terör örgütlerinin sonu, s. 20

[9] Mumcu Uğur, Kürt Dosyası, Umag vakfı yayınları, s. 14, 1996, Ankara

[10] ‘’Bir Halkı Savunmak’’, s. 333

[11] ‘’Bir Halkı Savunmak’’, eleştiri-özeleştiri ve yeniden yapılanma bölümü,

[12] Ayrıntılı bilgi için bkz. Bila Fikret, ‘’Satranç Tahtasındaki Yeni hamleler: ‘’ Hangi PKK’’, s. 31-35, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2004

[13] Emniyet Genel Müdürlüğü, (t. y.), PKK Faaliyetleri, s. 64-66,  EGM yayınları, Ankara

[14] Aydın Ahmet, ‘’Kürtler, PKK ve Öcalan’’, s. 68, Kiyap yayın dağıtım, 1992 Ankara

[15] Emniyet Genel Müdürlüğü, (t. y.), PKK Faaliyetleri, s. 70,  EGM yayınları, Ankara

[16] M. Ali Birand, Apo ve PKK, s. 241-243, Milliyet yayınları, İstanbul, 1992

[17] O. Pirim ve S. Örtülü, ‘’Ömerli Köyünden İmralı’ya PKK’nın 20 Yıllık Öyküsü’’, s. 52, Boyut yayınları, 1999, İstanbul

[18] İlker Başbuğ, Terör Örgütlerinin Sonu, s. 80, Remzi Kitabevi, 5. Basım, Ağustos 2014

[19] A. g. e. , s. 80-81

[20]Özdağ Ümit, ‘’Türk Ordusu’nun PKK Operasyonları’’, s. 72

[21] M. Ali Birand, Apo ve PKK, s.. 150, Milliyet yayınları, İstanbul, 1992

[22] Çakar Bekir,  M. Cengiz, F. Tombul, ‘’TheHistory of the PKK’’, G. Strozierand J. Frank (ed.), The PKK: Financial Sources, SozialandPoliticalDiemensions

[23] A. Marcus, Blood andBelief, s. 309’dan aktaran İlker Başbuğ, Terör Örgütleri’nin Sonu’’, s. 81

[24] M. Ali Birand, Apo ve PKK, 241-243, Milliyet yayınları, İstanbul, 1992 ayrıca bkz. C. Yavuz ve M. Şahin, Terör ve Terörizmle Mücadele: PKK özeli çözüm arayışları, s. 159, Berikan yayınevi, Ankara 2011

[25] Mango Andrew, ‘’Türkiye’nin Terörle Savaşı’’, çeviri Orhan Azizoğlu, s. 61, Doğan kitap, İstanbul, 2005

[26] Kılıç Altemur, ‘’ 19. Yüzyıldan Günümüze Kürdistan Hayali’’, s. 177, Timaş yayınları, İstanbul, 1999

[27] C. Yavuz ve M. Şahin, Terör ve Terörizmle Mücadele: PKK özeli çözüm arayışları, s. 169-177, Berikan yayınevi, Ankara 2011

[28] M. Ali Kışlalı, ‘’Güneydoğu-Düşük Yoğunluklu Çatışma’’, Ümit yayıncılık, Ankara, 1996’dan aktaran Kılıç Altemur, ‘’ 19. Yüzyıldan Günümüze Kürdistan Hayali’’, s. 166, Timaş yayınları, İstanbul, 1999

[29] Geniş bilgi için bkz. Kurubaş Erol, ‘’1960’lardan 2000’lere Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye’’, Cilt 2, s. 109-110, Nobel yayınları, Ankara, 2004

[30] O. Pirim ve S. Örtülü, ‘’Ömerli Köyünden İmralı’ya PKK’nın 20 Yıllık Öyküsü’’, s. 74, Boyut yayınları, İstanbul, 1999

[31] İlker Başbuğ, ‘’Terör Örgütlerinin Sonu’’, s. 86, Remzi Kitabevi, 5. Basım, Ağustos 2014, İstanbul

[32] Kılıç Altemur, ‘’ 19. Yüzyıldan Günümüze Kürdistan Hayali- Tarihi Benzerlik Bölümü’’, s. 176, Timaş yayınları, İstanbul, 1999

[33] İlker Başbuğ, Terör Örgütlerinin Sonu’’, s. 86, Remzi Kitabevi, Beşinci Basım, Ağustos 2014, İstanbul

[34] ‘’PKK Başkanlık Konseyi Mart 1999, VI. Kongre, Serxwebun Dergisi, sayı 207, s. 15-18

[35] C. Yavuz, M. Şahin, Terör ve Terörizmle Mücadele: PKK özeli ve çözüm arayışları, s. 206, Berikan yayınevi, 2011, Ankara

[36] Bila Fikret, Satranç Tahtasındaki Yeni Hamleler: Hangi PKK? s. 106, Ümit yayıncılık, 2004, Ankara

[37] ’Serxwebun Dergisi, s. 12, Nisan 2002, 

[38] Bozkurt İhsan, Terör, PKK ve Dış Destek, s. 122-123, 2013

[39] Bila Fikret, Satranç Tahtasındaki yeni hamleler: hangi PKK?, s. 119, Ümit yayıncılık, 2004, Ankara

[40] Demirel Emin, ‘’Geçmişten Günümüze PKK ve Ayaklanmalar’’, s. 250, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005, İstanbul

[41] A. g. e. S, 276-278

[42] KCK Sözleşmesi Önsözü, (Haziran 2005), Serxwebun Dergisi, sayı 282, s. 28

[43] A. g. e. S. 28 (Haziran 2005)

[44] Bozkurt İhsan, ‘’Terör, PKK ve Dış Destek’’ s. 129, 2013

[45] C. Yavuz, M. Şahin, Terör ve Terörizmle Mücadele: PKK özeli ve çözüm arayışları, s. 214-2125, Berikan yayınevi, 2011, Ankara

[46] KCK Yürütme Konseyi, Ağustos 2008, KONGRA-GEL VI. Genel Kurulu, ‘’Başarmaktan Başka Seçeneğimiz Yoktur’’, Serxwebun Dergisi, sayı 320, s. 21-30

[47]Serxwebun Dergisi, sayı 320, 2008, s. 21-30

[48]Hürriyet haber, ‘’4 Koldan PKK’yı Bitirme Planı’’, (29 Eylül 2010)

[49] S. Yılmaz, (2012) ‘’PKK Terör Örgütü ve KCK’da Son Durum’’, Turan Stratejik Araştırma Merkezi Dergisi 4(15), s. 6-13

[50] A. g. e. s. 6-13

[51] Emniyet Genel Müdürlüğü, EGM, t. Y. S. 176, Ankara

[52] KCK Sözleşmesi Önsözü, (Haziran 2005), Serxwebun Dergisi, sayı 282, s. 28

[53]Serxwebun Dergisi, sayı 282, s. 28

[54] Başbuğ İlker, Terör Örgütlerinin Sonu, s. 86, 2014, Remzi Kitabevi, 5. Basım, Ağustos 2014, İstanbul

[55] Bila Fikret, ‘’İdeolojik Kodlarıyla Kâğıt Üstündeki PKK’’, Doğan Kitap, İstanbul, 2016

[56]Bookchin Murray ‘’Kentsiz Kentleşme: Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü’’, İnceleme/çev. Burak Özyalçın

[57]Bookchin Murray, Toplumsal Ekolojinin Felsefesi, s. 12 ve Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul 1996, Ayrıntı Yay., s. 23

[58] Bila Fikret, ‘’İdeolojik Kodlarıyla Kâğıt Üstündeki PKK’’, s. 105, Doğan Kitap, İstanbul, 2016

[59] A. g. e. , s. 105

[60]Lipson Leslie, Demokratik Uygarlık, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1984, s. 124’den günümüze aktaran Fikret Bila, İdeolojik Kodlarıyla Kağıt Üstündeki PKK, İstanbul, 2016

[61] KCK Yürütme Konseyi başkanı Bayık Cemil, ‘’Süreç Çöküşe Gidiyor’’,27 Ağustos 2013, Mahmut Hamsici, BBC Türkçe, kandil röportajı (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/08/130827_cemil_bayik_baris_sureci )

[62] Karayılan Murat: PKK getsnohelpfromSyria, 15 Ekim 2012, BBC News, (http://www.bbc.com/news/world-europe-19946616 )

[63] Cemal Hasan, ‘’Murat Karayılan ile Kandil’de 5,5 Saat’’, (http://t24.com.tr/yazarlar/ bilinmeyen/karayilan-geri-cekilme-sonbahara-sarkar-kalici-baris-aponun-ozgurlugunden-gecer,6390 )

[64] A. g. haber. Murat Karayılan ile Kandil’de 5,5 Saat, 2013

[65]Weg mit dem PKK-VerbotFreiheitfürkurdischepolitischeGefangene ,NAV-DEM, 26.11.2015 DemokratischesGesellschaftszentrum der KurdInnen in Deutschland e. V. Navenda Civaka Demokratîk ya Kurdênli Almanyayê , ve AKPM’den PKK’lılar için ‘Aktivist’ kararı, http://t24.com.tr/haber/akpmden-pkklilar-icin-terorist-yerine-aktivist-karari,228445

[66] Kurtulmuş İrfan, Kopenhag, ‘’PKK’ya terör örgütü denmesi tartışılıyor’’, milliyet haber, 24 Ağustos 2014, http://www.milliyet.com.tr/pkk-ya-teror-orgutu-denmesi-gundem-1930024/

[67] Çakır Ruşen, ‘’Cemil Bayık ile Söyleşi, 20 Ağustos 2014, Tam metin http://rusencakir.com/ Cemil-Bayik-ile-soylesi-20-Agustos-2014-Tam-metin/2839

[68] Başaran Ezgi, ‘’PKK tam amacına ulaşmak üzereyken’’, 31 Ekim 2014, Radikal gazetesi, (http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi-basaran/pkk-tam-amacina-ulasmak-uzereyken-1222321/)

[69]T24 haber, ‘’6-8 Ekim Kobani olaylarını Kandil değil Cumhurbaşkanı örgütledi’’, 11 Aralık 2014, (http://t24.com.tr/haber/6-8-ekim-kobani-olaylarini-kandil-degil-cumhurbaskani-orgutledi,280095

[70]KCK’dan Flaş açıklama. (Haziran 2014), (http://www.gazetevatan.com/kck-dan-flas-aciklama-648410-gundem/ )

[71]Aktorun Özcan, 2012: 95 ve Okumuş Fatih, ‘’PKK/KCK Örgütünün Algı Yönetimi’’, Ağustos 2015, s. 188

[72] Bila Fikret, ‘’İdeolojik Kodlarıyla Kağıt Üstündeki PKK’’, s. 145, 2016, İstanbul

[73] ‘’Bir Halkı Savunmak’’, Amara yayıncılık, İstanbul 2015, s. 378

[74] Bila Fikret, ‘’İdeolojik Kodlarıyla Kağıt üstündeki PKK’’, s. 154, 2016, İstanbul

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Yazar Ömer Kalaycı

Diğer Yazımız

WASHİNGTON’UN YENİ HAMLESİ, MOSKOVA’NIN SOĞUKKANLILIĞI

Hasan BİRGÜL Dış Politika Araştırmacısı Ukrayna cephesinde kış yaklaşırken savaşın ritmi yeniden sertleşti. Pokrovsk ve …