Giriş
Türkiye’nin Afrika Açılımı, 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin dış politikasında önemli bir yer tutan ekonomik, diplomatik, kültürel ve insani ilişkilerin güçlendirilmesi amacıyla başlatılan bir stratejidir. Türkiye, bu açılım ile Afrika kıtasındaki etkisini artırmayı, bölgedeki sorunlara yönelik çözüm üretmeyi, ticaret hacmini genişletmeyi ve uluslararası arenada Afrika ülkeleriyle daha güçlü bir iş birliği kurmayı hedeflemiştir. Bu strateji, hem Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak konumunu pekiştirmesi hem de Afrika’nın uluslararası sistemdeki rolünün artmasına katkı sağlaması açısından önemlidir.
Afrika Açılımı, özellikle 2005 yılının “Afrika Yılı” ilan edilmesi ile ivme kazanmış ve Türkiye, kısa sürede kıtada önemli bir aktör haline gelmiştir. Bu süreçte Türkiye, diplomatik temsilciliklerini artırmış, ticari ve yatırım ilişkilerini genişletmiş ve insani yardım projeleri ile Afrika’nın birçok bölgesinde etkin olmuştur. Bu analizde, Türkiye’nin Afrika Açılımının tarihsel arka planı ve bu açılımın güncel durumu değerlendirilecektir.
Türkiye’nin Afrika Açılımı, küresel ve bölgesel dinamiklerin değiştiği 21. yüzyılın başında, Türkiye‘nin dış politikasını çeşitlendirme ve küresel etkisini artırma stratejisinin önemli bir bileşeni olarak ortaya çıkmıştır. 2000’li yıllardan itibaren, Türkiye’nin Afrika kıtasıyla kurduğu ilişkiler sadece ekonomik ve ticari değil, aynı zamanda diplomatik, insani ve kültürel bağlar açısından da önem kazanmıştır. Bu açılımın temel hedefi, Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle karşılıklı çıkarlar temelinde ilişkilerini geliştirmek ve bölgesel bir güç olarak kıta ile daha entegre bir iş birliği kurma amaçlanmıştır.
Afrika, doğal kaynaklar açısından zengin olmasına rağmen ekonomik kalkınma, sağlık, eğitim, altyapı ve siyasi istikrar gibi alanlarda uzun süre küresel sistemin görece gerisinde kalmış bir kıtadır. Bu bağlamda Türkiye’nin Afrika Açılımı, Afrika’nın küresel ekonomi ve uluslararası sistemde daha görünür hale gelmesine katkı sağlarken, Türkiye açısından bu iş birliği kıtada yeni ekonomik ve stratejik fırsatlar sunmuştur. Türk dış politikası, Afrika Açılımı stratejisi ile birlikte Batı merkezli diplomasiden uzaklaşarak, çok taraflı ve çok yönlü bir yaklaşıma kaymıştır. Özellikle Batı Afrika ve Sahra Altı Afrika‘da etkin bir aktör olmayı amaçlayan Türkiye, bu bölgelerde siyasi, ekonomik ve insani varlığını artırarak yeni diplomatik kapılar aralamış ve kıtanın siyasi dönüşümünde rol oynamıştır.
2005 yılında, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde “Afrika Yılı” ilan edilmesi, Türkiye’nin Afrika’ya yönelik ilgisinin kurumsallaşmasında bir dönüm noktası olmuştur. Bu yıl, Türkiye’nin Afrika’daki varlığını artırmaya yönelik diplomatik ve ticari girişimlerin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu stratejiye dönük olarak Türkiye’nin kıta genelinde büyükelçilik sayısını hızla artırması, Türk Hava Yolları(THY)’nın Afrika’daki uçuş noktalarını genişletmesi ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) gibi kurumlar aracılığıyla yürütülen kalkınma projeleri, Türkiye’nin Afrika Açılımını daha da somut hale getirmiştir.
Bu somut adımlara paralel olarak Türkiye’nin Afrika stratejisi sadece diplomasi ve ekonomiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda insani yardım, sağlık, eğitim ve kültürel etkileşimler yoluyla halklar arasında da güçlü bir bağ kurmayı amaçlamıştır. Örneğin, kıtada varlığını gösteren Türkiye Maarif Vakfı, Afrika’da birçok ülkede eğitim kurumları açarak yerel halkla uzun vadeli bir iş birliği inşa etmiştir. Ayrıca Yunus Emre Enstitüleri aracılığıyla Türkiye, kültürel diplomasiyi güçlendirmeye yönelik adımlar atmış ve Afrika ülkelerindeki Türk kültürüne olan ilgiyi artırmıştır.
Bu strateji, Afrika’da siyasi istikrarın sağlanması ve kıtanın kalkınması yönünde önemli katkılarda bulunurken, Türkiye’nin küresel arenada daha etkin bir aktör olmasını sağlamıştır. Özellikle küresel güç dengelerinin değiştiği bu dönemde, Türkiye’nin Afrika Açılımı, kıtada yeni siyasi ve ekonomik işbirlikleri kurmasına, Türkiye’nin bölgesel ve küresel politikalarının güçlenmesine önemli katkılar sunmuştur.
Tarihsel Arka Plan
Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkilerinin tarihsel kökleri Osmanlı Devleti dönemine kadar uzanmaktadır. Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika’da büyük bir hâkimiyet kurmuş ve bölgedeki stratejik topraklar üzerinde siyasi, ekonomik ve askeri bir güç olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasındaki varlığı özellikle Cezayir, Tunus, Libya ve Mısır gibi önemli bölgelerde yoğunlaşmış, Akdeniz ve Kızıldeniz kıyıları boyunca ticaret yollarını ve deniz trafiğini kontrol etmiştir. Bu durum, Osmanlı’nın hem Akdeniz’deki hem de Afrika kıtasındaki siyasi ve ekonomik etkisini pekiştirmiştir.
Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’daki hâkimiyetini Yavuz Sultan Selim Han komutasında 1517’de Mısır’ın fethiile başlatmış; bu fethin ardından Kuzey Afrika’daki diğer toprakları da yavaş yavaş kontrolü altına almıştır. 1534’te Barbaros Hayreddin Paşa’nın Cezayir’i Osmanlı Devleti’ne bağlaması, Kuzey Afrika’daki Osmanlı etkisinin en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Bu süreçte Osmanlı Devleti, bölgedeki yerel hanedanlar ve kabilelerle iş birliği yaparak hem siyasi otoritesini pekiştirmiş hem de kıtadaki Müslüman nüfus üzerinde bir koruyucu güç olarak kendini konumlandırmıştır. Tunus ve Trablusgarp (bugünkü Libya) da zamanla Osmanlı egemenliğine girmiş böylece Osmanlı, Kuzey Afrika’da büyük bir toprak parçasını kontrol etmeye başlamıştır.
Afrika kıtasının Sahra Altı bölgesiyle Osmanlı Devleti’nin doğrudan bir ilişkisi olmasa da Sudan ve Habeşistan (bugünkü Etiyopya) gibi bölgelerle zaman zaman dolaylı temaslar kurulmuş ve Kızıldeniz’in güney kıyıları boyunca etkisini artırmaya çalışmıştır. Özellikle Kızıldeniz ve Hint Okyanusu üzerinden yürütülen ticaret, Osmanlı’nın Afrika kıtasındaki dolaylı nüfuzunu genişletmiştir. Cidde ve Yemen gibi bölgelerde kurulan Osmanlı kaleleri, Afrika’nın doğu kıyısındaki ticaret yollarının kontrol edilmesi açısından stratejik öneme sahip olmuştur.
Ancak Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine doğru Afrika kıtasındaki etkinliği azalmaya başlamıştır. 19. yüzyılda Avrupa devletlerinin başlattığı sömürgecilik hareketleri, Osmanlı’nın Kuzey Afrika üzerindeki hâkimiyetini giderek zayıflatmıştır. Fransa’nın Cezayir’i 1830’da işgal etmesi, Osmanlı’nın Afrika’daki toprak kayıplarının ilk örneği olmuştur. Ardından, Tunus ve Libya gibi diğer Osmanlı toprakları da Avrupa sömürgeciliği karşısında elden çıkmıştır. 1911-1912 yıllarında İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi, Osmanlı’nın Afrika kıtasındaki son topraklarını da kaybetmesine neden olmuştur. Bu süreçte Osmanlı Devleti, Avrupa’nın güçlü sömürgeci devletleri karşısında Afrika’daki nüfuzunu tamamen yitirmiştir.
Cumhuriyet dönemine geçildiğinde, Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkileri Osmanlı dönemine kıyasla daha sınırlı bir düzeyde kalmıştır. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve ülkenin iç meselelerine odaklanması, dış politikada Afrika’nın geri planda kalmasına yol açmıştır. Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında daha çok Batı ile ilişkilerini güçlendirmeye ve uluslararası alanda yeni kurulan devletin tanınırlığını sağlamaya odaklanmıştır. Soğuk Savaş döneminde de Türkiye’nin dış politikası, NATO üyeliği ve Batı Bloğu ile ilişkiler ekseninde şekillenmiş, bu süreçte Afrika ile olan diplomatik ve ticari ilişkiler sınırlı düzeyde kalmıştır. Ayrıca, Afrika’nın büyük bölümünün bu dönemde Avrupa’nın sömürgesi olması, Türkiye’nin Afrika ile kuracağı doğrudan ilişkilerin önünde engel teşkil etmiştir. Ancak Türkiye, 1960’lı yıllarda Afrika kıtasındaki sömürge karşıtı bağımsızlık hareketlerine destek vererek kıtayla diplomatik ilişkilerini güçlendirme yolunda adımlar atmıştır. Birleşmiş Milletler’de Afrika ülkelerinin bağımsızlık taleplerine destek olan Türkiye, bu dönemde birçok yeni bağımsız Afrika devletiyle diplomatik ilişkiler kurmuştur. Özellikle 1963 yılında Etiyopya’da açılan Türk Büyükelçiliği, Türkiye’nin Sahra Altı Afrika ile ilk önemli diplomatik girişimlerinden biri olarak dikkat çekmiştir. Ancak bu ilişkiler, 1990’lı yıllara kadar sınırlı bir etki alanı ile devam etmiştir.
1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başıyla birlikte, küresel siyaset ve ekonomideki değişimler, Türkiye’nin Afrika’ya olan ilgisini yeniden canlandırmıştır. Türkiye’nin Afrika ile ilişkileri, AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle birlikte yepyeni bir boyuta taşınmıştır. 2005 yılında “Afrika Yılı” ilan edilmesi ve Türkiye’nin Afrika Birliği’nde gözlemci üye statüsüne kabul edilmesi, Türkiye’nin kıtayla olan ilişkilerini stratejik bir ortaklık düzeyine çıkarmıştır. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Türkiye’nin tarihsel mirası ile şekillenen Afrika bağları, 21. yüzyılda yeni stratejik hedefler doğrultusunda yeniden şekillenmiştir ve yeni iş birlikleri oluşmuştur.
2008’de ise İstanbul’da düzenlenen Türkiye-Afrika İş birliği Zirvesi, bu ilişkilerin kurumsallaşmasında bir dönüm noktası olmuştur. Bu zirve, Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle stratejik ortaklık geliştirme çabalarının somut bir göstergesi olmuş ve kıta ile ilişkilerde yeni bir çerçeve sunmuştur.
Günümüzde Türkiye’nin Afrika Açılımı, hem diplomatik temsilciliklerin artması hem de ekonomik ve insani yardımların büyüklüğü ile dikkat çekmektedir. 2005’te sadece 12 büyükelçiliği bulunan Türkiye, 2023 yılı itibarıyla Afrika kıtasında 44 büyükelçiliğe sahip olmuştur. Bu artış, Türkiye’nin kıtadaki diplomatik varlığını genişlettiğinin bir göstergesidir. Aynı şekilde, Afrika ülkeleri de Türkiye’de 37 büyükelçilik açarak bu ilişkilere verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir.
Bir diğer iş birliği alanı olan Türkiye’nin Afrika ile ticari ilişkileri de önemli ölçüde gelişmiştir. 2003 yılında Afrika ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 5,4 milyar dolar seviyesindeyken, bu rakam 2023 itibarıyla 45 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye’nin Afrika’daki en önemli ticaret ortakları arasında Güney Afrika, Nijerya, Mısır ve Fas gibi ülkeler bulunmaktadır. Türkiye, Afrika’da altyapı, inşaat, enerji ve tarım gibi alanlarda ciddi yatırımlar yapmaktadır. Özellikle THY’nin Afrika kıtasındaki uçuş noktalarını artırması, ticaretin ve insan hareketliliğinin kolaylaşmasına önemli katkılar sunmuştur. THY, 2023 yılı itibarıyla Afrika’da 60’tan fazla noktaya uçuş gerçekleştirmektedir.
Uluslararası arenada Türkiye’nin insani yardımları da Afrika’da önemli bir yere sahiptir. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Afrika’nın birçok ülkesinde sağlık, eğitim, tarım, su temini ve altyapı projeleri yürütmektedir. Örneğin, TİKA’nın Somali’de kurduğu Mogadişu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, bölgedeki sağlık altyapısına büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca Türkiye, 2011 yılında Somali’de yaşanan kuraklık ve kıtlık döneminde önemli insani yardımlarda bulunmuş ve bu yardım çalışmaları uluslararası alanda takdir toplamıştır.
Diplomatik ve ekonomik ilişkilerin yanı sıra kültürel iş birliği de Türkiye’nin Afrika Açılımının önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Yunus Emre Enstitüleri ve Maarif Vakfı gibi kurumlar, Afrika’daki birçok ülkede eğitim ve kültür faaliyetleri yürüterek iki toplum arasında köprüler kurmaktadır. Türkiye ayrıca, Afrika’dan gelen öğrencilere burslar vererek eğitim alanında da iş birliği yapmaktadır. Bu sayede Türkiye Bursları kapsamında, her yıl yüzlerce Afrikalı öğrenci Türkiye’de üniversitelerde eğitim görme fırsatı elde etmektedir.
Sonuç
Türkiye’nin Afrika ile olan tarihsel ilişkileri, 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’nin Afrika’ya yönelik kazan kazan ilişkisine dayanan dış politika stratejileri, tarihsel mirası yeniden canlandırmış ve kıtayla daha derin ilişkilerin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Türkiye’nin Afrika Açılımı, kıta ile diplomatik, ticari ve kültürel ilişkilerini güçlendirme hedefi doğrultusunda önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Türkiye’nin Afrika’da artan diplomatik misyonları, büyüyen ticaret hacmi, insani yardım projeleri ve eğitim alanındaki işbirlikleri, bu açılımın başarısını göstermektedir.
Bunula birlikte Afrika kıtası, Türkiye için sadece ekonomik fırsatlar sunan bir bölge değil, aynı zamanda insani ve kültürel bağların güçlendirilmesi açısından da büyük bir potansiyel taşımaktadır. Türkiye’nin Afrika ile kurduğu bu kadim bağlar, uluslararası arenada da Türkiye’nin etkisini artıran önemli bir dış politika stratejisi olarak değerlendirilmektedir. Afrika Açılımı, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak konumunu pekiştirdiği gibi, Afrika’nın uluslararası sistemdeki görünürlüğünü artırmış ve kıtada Türkiye için yeni ekonomik fırsatlar yaratmıştır.
Bu açılımın önümüzdeki yıllarda daha da güçlenmesi ve Türkiye’nin Afrika’daki rolünün daha da genişlemesi beklenmektedir. Kıtada yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasi sorunlara çözüm üretmeye yönelik sürdürülebilir iş birlikleri, hem Türkiye’nin hem de Afrika ülkelerinin uzun vadeli çıkarlarına hizmet edecek potansiyele sahip olduğu değerlendirilmektedir.