Siyaset Bilimi Uzmanı
“Töz”, felsefe tarihinde Antik Çağ’dan bu yana var olan ve şeylerin altında yatan, onlara zemin olan temel varlık veya varlıkları ifade eden bir terimdir. Felsefi düşünce tarihinde, bu kavram farklı filozoflar tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır, ancak genellikle tüm fenomenlerin temel dayanağı olarak açıklanmıştır. Örneğin, Spinoza’nın felsefesinde töz kavramı merkezi bir yer tutar. Spinoza, tek bir tözün varlığını savunur ve bu tözün Tanrı olduğunu iddia eder. Onun felsefesinde, evrenin her şeyi bu tek tözün çeşitli nitelikler ve modlar olarak ifade edilmesiyle açıklanır. Yunanca “ousia” ve Latince “substantia” terimleri, Türkçede “töz” olarak karşılanır ve “şeylerin altında yatan veya şeylere zemin olan” anlamına gelir. Töz kavramı felsefe tarihinde en temel ve asıl olan gerçek varlık veya varlıkları ifade eder. Bu anlamda töz, tüm fenomenlerin gerisinde bulunan temel dayanaktır. Felsefi düşünce içinde, töz kavramı şeylerin varlık temelini oluşturan ve onları açıklamaya çalışan bir kavram olarak ele alınır. Her felsefi sistemde töz kavramı farklı biçimlerde yorumlanabilir ve açıklanabilir, ancak genel olarak varlıkların ontolojik veya metafizik temelini oluşturan bir ilkeyi ifade eder.
Leibniz ise, töz kavramını monad adı verilen varlıklarla ilişkilendirir. Monadlar, tekil, temel varlıklar olarak düşünülür ve her bir monadın içinde evrenin tüm özellikleri potansiyel olarak bulunur. Leibniz’in felsefesinde, monadlar özdeş değil ancak birbirleriyle uyum içinde olan birer varlık olarak görülürler. Bu nedenle, töz kavramı felsefe tarihinde önemli bir yer tutar ve farklı filozoflar tarafından çeşitli biçimlerde ele alınmış ve yorumlanmıştır.
“Tözler ve türler arasındaki bu bağlantı daha bilimsel ama daha az felsefi bir terimin kullanılmasına yol açar. Bu tözlerin “ne türden maddeler” olduğu ile ilgili bir kavramlaştırmadır. Bunlar bireysel nesne ya da bireysel nesne türleri değildir. Bu kullanıma örnek olarak hidrojen, granit veya bakır gibi şeyler verilebilir.” (Baykent, 2017:751-766).
Descartes’ın metafizik teorisi, modern Avrupa felsefesinde önemli bir dönüşümü temsil eder ve töz kavramını yeni bir şekilde ele almıştır. Descartes, metafizik düşüncesinde gerçekliği üç tözden oluşan bir sistem olarak tanımlar: Tinsel töz ve maddi töz, Tanrı’nın yaratımı ve sürekli koruması altında var olurlar. Her bir töz, kendi özgül özelliklerine sahip olarak varlığını sürdürür. Descartes’ın bu düşüncesi, onun dualizm olarak bilinen görüşünü yansıtır: düşünen özne ile maddi dünya arasında keskin bir ayrım yapar. Bu düşünce tarzı, modern felsefede ontolojik ve epistemolojik tartışmaları etkilemiş ve ilerleyen dönemlerde de felsefi çalışmalarda önemli bir referans noktası olmuştur.
Leibniz’in Monadoloji ve ilgili yazılarında ortaya koyduğu monadlar teorisi, felsefi düşüncesinde önemli bir yer tutar ve doğa felsefesinde o dönemde yaygın olan atom teorisine alternatif olarak geliştirilmiştir. İşte Leibniz’in monadlar teorisinin temel noktaları: Leibniz’e göre monadlar, bölünemez, parçalanamaz ve uzaysal boyutları olmayan varlıklardır. Bu yüzden monadlar, atomlar gibi uzamsal temel birimler değil, metafizik varlıklardır. Her monad, kendi içinde tam ve bütünsel bir varlık olarak kabul edilir. Bir monad, kendine özgü tüm özellikleri ve potansiyelleri taşır. Gelecekte sergileyeceği tüm özellikleri de potansiyel olarak içinde barındırır. Zaman ve değişim, monadların içsel etkinlikleriyle ilişkilidir. Her monad, içinde bulunduğu anın doğal bir devamı olarak var olur ve gelecekte sergileyeceği özellikler şimdiki haliyle ilişkilidir. Her monad kendi etkinliklerinin kaynağıdır. Bu etkinlikler, monadın içsel doğasından gelir ve onun özüdür. Leibniz’e göre güç, enerji ve etkinlik, bir monadın temel özellikleridir. Monadların içsel eğilimleri vardır ve bu eğilimler, monadın etkinliklerinin ilkesi olarak kabul edilir. Monadlar, içsel olarak hareket eder ve gelişirler; bu, onların etkinliklerinin basit bir sonucu değil, varoluşlarının temelidir (Baykent, 2017: 751-766). Leibniz’in monadlar teorisi, onun metafizik düşüncesinde önemli bir yer tutar ve felsefi tartışmalarda derinlemesine incelenmiştir. Atomların fiziksel ve uzamsal varlıklar olarak düşünülmesine karşın, monadlar metafizik ve ontolojik varlıklar olarak kabul edilir ve bu yüzden farklı bir anlayışı temsil ederler.
Leibniz’e göre, Tanrı’nın İdealarında sonsuz sayıda olası evren bulunmaktadır. Bu olası evrenlerin her biri birbirinden farklı olasılıkları içermekte ve her biri birer potansiyel gerçeklik haline gelebilir. Ancak Tanrı, bu olası evrenlerden sadece bir tanesini gerçekleştirir. Ona göre, Tanrı’nın hangi evreni seçtiğinin yeterli bir nedeni olmalıdır. Bu neden, Leibniz’e göre, seçilen evrenin içerdiği uygunluk derecesi veya mükemmellik seviyesi ile ilgilidir. Yani, Tanrı seçimini yaparken, her bir olası evrenin içerdiği mükemmellik ölçüsünü dikkate alır ve en mükemmel evreni yaratır. Tanrı’nın bu seçim süreci bilgeliği, iyiliği ve kudreti ile ilgilidir.
“Leibniz’e göre yaratılmış bir şey, diğer tüm yaratılmış şeylerle bir bağ veya uyum içindedir. Bu nedenle de her bir yalın töz, tüm başkalarını anlatan ilişkiler taşır. Dolayısıyla her bir yalın töz, evrenin sürekli canlı bir aynası olur. Bununla birlikte yalın tözlerin sonsuz çokluğundan ötürü sanki o denli değişik evren varmış gibi görünür.” (Özkan, 2024).
Dolayısıyla Leibniz’in perspektifinden bakıldığında, tek bir evren, birçok monadın değişik bakış açılarından oluşan bir bütündür ve bu bütün, olanaklı en büyük eksiksizlik ve düzenin ifadesidir. Bu anlayışıyla Leibniz, evrenin bütünlüğünü ve karmaşıklığını açıklar ve monadlar aracılığıyla her bir varlık birimini evrenin yapısına katkıda bulunan özgün bir perspektif olarak değerlendirir.
Leibniz’e göre, düşüncenin “benim” olması, bireyin kimliğini belirleyen bir bütünlüğü ifade eder. Ancak düşüncelerimizin başka nesnelerle ilişkili olması durumu, bu düşünceler arasındaki çeşitliliği gösterir. Yani, algılarımız veya düşüncelerimiz değişebilir, ancak hepsi benim düşüncelerimdir ve bu düşüncelerin sürekliliği ve birliği, benim kimliğimi oluşturan unsurlardır. Leibniz’in bu perspektifinden bakıldığında, algılarımızın veya düşüncelerimizin bir kısmının değişmesindeki nedenlerden biri istek veya arzudur. İstekler ve arzular, düşüncelerimizi şekillendiren ve değişime uğratan etkenler olarak önemlidir. Genel olarak, Leibniz’in töz kavramı dinamik ve değişime açık olarak kabul edilir. Onun felsefesinde, bireyin varlığı ve kimliği sürekli olarak değişen düşünceler ve algılar aracılığıyla belirlenir. Bu yaklaşım, bireyin sübjektif deneyimini ve dünyayı nasıl algıladığını anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Diğer filozoflar arasında, töz kavramı genellikle daha dar bir anlamda ele alınır ve dayanıklı, tikel veya bireysel bir varlık olarak kabul edilir. Bu filozoflar, yaşadığımız dünyanın anlamlı olabilmesi için böyle dayanıklı bir töz kavramının gerekliliğine inanırlar.
Leibniz’in perspektifinden, insan bilgisi arttıkça, evrenin düzeni hakkında daha fazla anlayışa sahip olacağımızı ve bu düzenin hatta acı ve zorlukların bile bir tür düzenin parçaları olduğunu kabul edeceğimizi öngörür. Bu düşünce, Leibniz’in optimistik bir evren görüşünü yansıtır; ona göre, evrenin içindeki her şey, en iyisi için en iyi şekilde düzenlenmiştir ve bu düzen, insanın sınırlı bakış açısıyla tam olarak anlaşılamayabilir. Evrenin düzeni, Tanrı’nın bilgeliği ve kudreti tarafından mükemmel bir şekilde belirlenmiştir ve insanların bu düzeni tam olarak anlaması veya eleştirmesi mümkün değildir, çünkü bu anlayış insan aklının sınırlarını aşar.
“Leibniz’e göre, evren iyisiyle, kötüsüyle “mümkün dünyaların en “iyisi”dir. Acaba bununla o, bu dünyanın en yüksek eksiksizlik durumuna erişmiş olduğunu mu demek istiyordu? Bu soruya Leibniz, kesinlikle “hayır” diyecektir.” (Çınar, 2005: 161-177).
Leibniz’e göre dünya sürekli olarak ilerler ve gelişir çünkü her monadın kendi iç dinamikleri ve otonomisi vardır ve bu potansiyellerini gerçekleştirmek için bir çaba içindedirler. Leibniz’e göre, insanın akıllı yanları genellikle duyusal yönlerinin gölgesinde kalabilir ve bu yüzden insanlar bu akıllı yanlarını ortaya çıkarmak ve geliştirmek için çaba göstermelidirler. Öncel irade veya özel irade olarak adlandırdığı, bireyin kendisine ait olan iradesini, genel irade olan ahir (en son) iradeye ikincil bir konuma yerleştirir. Yani Leibniz’e göre, bir şeyin bir diğeriyle olan ilişkisinden ziyade, varlıkların bütün olarak sonuçları önemlidir. Bu da, genel iradenin genel olarak hizmet eden neden olduğunu ifade eder.
Leibniz’in perspektifinden, her monadın kendi potansiyelini gerçekleştirmesi ve bu süreçte ilerlemesi, dünyanın sürekli olarak evrimleşmesine katkıda bulunur. Bu, Leibniz’in optimistik evren görüşünün bir yansımasıdır; her monadın içinde taşıdığı potansiyelleri gerçekleştirmesiyle evrenin daha yüksek bir düzeye ilerlediğini düşünür.
Kaynakça
Ufuk Özen Baykent, “Spinoza Ve Leibniz Metafiziklerinde Töz Kavramı”, Ulakbilge, Cilt 5, Sayı 11, 2017.(ss.751-766).
Yakup Özkan, “Leibniz Felsefesinde Yalın Tözler Kavramı”, Siirt Üniveristesi, Https://Www.Siirt.Edu.Tr/Dosya/Personel/Leibniz-Felsefesinde-Yalin-Tozler-Kavrami-Siirt-2021121811418804.Pdf, Erişim Tarihi: 07.07.2024
Aliye Çınar, “Leibniz’de Kötülük Problemi ve Teodise”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 14, sayı: 1, 2005, (ss. 161-177)