
Yugoslavya çalışan bazı araştırmacılar, Tito dönemi Yugoslavya’sını barışın ve huzurun hakim olduğu, aşırı milliyetçi unsurların aşıldığı bir dönem olarak anlatıp bu zamana özlem duyarlar. Onlara göre bu dönem adeta kısa bir “Pax Romana” ya da “Pax Ottomana” gibi bir barış dönemidir. Fakat Tito dönemi sosyalist Yugoslavya liderliği, sözde bu barış dönemini oluştururken yönettiği toplumların inançları, gelenekleri, tarihleri, kimlikleri konusunda barışçıl, ılımlı, hassasiyetlere dikkat eden bir politika izlememiş, izlemeye çalıştığında eşit ve hakkaniyetli davranmamış, böyle bir yönetim ortaya koymamıştır. Bu birliğe her zaman değişen oranlarda Sırplar ve Hırvatlar hakim olmakla birlikte Yugoslav yönetiminin yapmaya çalıştığı, toplumların tarihi kimliklerini yok ederek ve baskı altına alarak Sovyetler Birliği’nde yapılmaya çalışılan “homo Sovieticus” tarzı bir insan ve toplum modelidir. Müslümanlar ve Türkler ise bölgenin eski hakimleri olarak Balkanlar coğrafyasındaki her devlet yönetiminde zaten en kuşku ile yaklaşılan ve zulme uğrayan, yok sayılan kesim olmuştur.
Genel olarak 20. Yüzyılda bağımsız olmuş, yüzölçümü ve nüfusu az, homojen bir yapıda olmayan küçük devletlerin ve milletlerin en büyük sorunları, bu ulusal kimliğin inşa edilmesi ve hakim olduğu topraklarda nüfusun homojenliğini sağlayarak yeni meydana gelen devletlerini kendi milli inanışları çerçevesinde meydana getirebilmek olmuştur. Bunu yaparken de eski bağlarından ve tarihlerinden kopmak, onlara ait gördükleri unsurları ve toplumları ötekileştirmek sık rastlanan bir olgudur. Balkanlar’da Türkler ve Müslümanlar bölgenin eski hakimi Osmanlı Devleti’nden dolayı ötekileştirilmiş, düşmanlaştırılmıştır. Buna benzer durum Balkan milletlerinin birbirlerine bakışlarında da vardır. Bunun sebebi ise eski tarihlerine ve inançlarına atıfla “Altın Çağ” olgusu ve bu dönemdeki inançları ve kahramanlarıdır. Fakat bu düşmanlığın son halkası ve en uzun dönemi kapsayanı Türkler ve Müslümanlar olduğu için aşırı milliyetçi odağın saldırısı da maalesef bu insanlara olmuştur. Bu nedenle Türkler ve Müslümanlar Balkanlar’da son yıllarda olumlu gelişmeler olsa da oldukça zorluklar çeken toplumlardır.
Tito’nun 1980 yılında ölümünden sonra Yugoslavya’da federatif yapının çözülme süreci hızlanmış, milliyetçi söylemler daha açık bir şekilde siyasete hakim olmuştur. Bu süreçte özellikle Müslüman kimliği taşıyan topluluklar, Yugoslavya’nın parçalanma döneminde en ağır bedeli ödeyen kesimlerden biri olmuştur. Bosna-Hersek’te 1992–1995 yılları arasında yaşanan savaş sırasında Boşnak Müslümanlara yönelik soykırım boyutuna ulaşan saldırılar, sadece Bosna toplumunun değil, tüm Balkan Müslümanlarının hafızasında derin izler bırakmıştır. Srebrenitsa’da yaşanan katliam, bu travmanın en sembolik örneğidir.
Türkler açısından da bu dönem ciddi bir belirsizlik ve kimlik arayışı dönemi olmuştur. Makedonya, Kosova ve Sancak bölgesinde yaşayan Türkler, hem yeni kurulan devletlerin vatandaşları olarak ulusal kimlik inşasına dahil olmaya zorlanmış hem de Osmanlı mirasından gelen kültürel aidiyetleri nedeniyle “öteki” konumunda tutulmuşlardır. Eğitim, dil ve dini hakların korunması noktasında pek çok sorun yaşanmış, kimi dönemlerde Türkçe eğitim ya tamamen kaldırılmış ya da çok sınırlı imkanlarla sürdürülmüştür.
Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte bölge Türkleri arasında Türkiye’ye yönelik göçler hız kazanmıştır. 1950’lerden itibaren farklı dalgalar halinde süren göç hareketleri, 1990’larda savaşın etkisiyle daha da artmıştır. Bu göç, bir yandan Türkiye’de yeni bir Balkan kökenli nüfusun ortaya çıkmasına yol açarken, diğer yandan Balkanlardaki Türk topluluklarının sayısal olarak zayıflamasına neden olmuştur. Bu durum, Türklerin bulundukları ülkelerde siyasal temsil gücünü ve kültürel varlığını olumsuz etkilemiştir.
Bununla birlikte, yeni kurulan devletlerin bir kısmında Türk topluluklarına sınırlı da olsa kültürel ve siyasi haklar tanınmıştır. Kuzey Makedonya’da Türkler, anayasal olarak azınlık statüsü kazanmış ve parlamentoda temsil edilmiştir. Kosova’da ise bağımsızlık sonrası dönemde Türk dili resmi diller arasında sayılmıştır. Ancak bu kazanımların sahada tam olarak uygulanmasında aksaklıklar yaşanmış, özellikle yerel yönetimlerde Türklerin etkinliği sınırlı kalmıştır.
Sancak bölgesi özelinde ise Müslüman kimliği ön plana çıkmış, Boşnakların ağırlıklı olduğu bu bölgede dini kimlik üzerinden talepler daha belirgin hale gelmiştir. Bu durum, bölge Müslümanlarının dini özgürlüklerini koruma noktasında mücadelelerine işaret etmektedir.
Bugün itibarıyla Balkan Türkleri ve Müslümanları, geçmişteki ağır deneyimlere rağmen kimliklerini koruma konusunda önemli bir direnç sergilemektedir. Balkan devletlerinin Avrupa Birliği ile yürüttükleri müzakere süreçleri, azınlık haklarının korunmasını gündeme getirse de bu hakların uygulanması çoğu zaman siyasal iktidarların tutumuna bağlı kalmaktadır. Türkler ve Müslümanlar, bir yandan bölgedeki köklü varlıklarını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan da siyasi temsil, eğitim ve kültürel haklarını güvence altına alacak mekanizmalar talep etmektedirler.
Ayrıca bölge halkları arasındaki önyargılar tamamen ortadan kalkmamış olmakla birlikte, özellikle genç kuşaklar arasında daha çok kültürel iş birliği ve karşılıklı tanıma yönünde eğilimler göze çarpmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, kültürel dernekler ve diaspora faaliyetleri, Balkan Türkleri ve Müslümanlarının hem kendi kimliklerini korumalarında hem de bölge halklarıyla barışçıl bir diyalog geliştirmelerinde önemli roller oynamaktadır.
Sonuç olarak Tito sonrası dönemde Balkan Türkleri ve Müslümanlarının yaşadığı süreç, bir yandan kimlik mücadelesi ve siyasi dışlanma ile şekillenmiş, diğer yandan göç, kültürel direnç ve sınırlı kazanımlarla bugüne kadar ulaşmıştır. Gelecekte bu toplulukların konumunu belirleyecek olan temel unsur, Balkan devletlerinin demokratikleşme kapasitesi ve Avrupa ile bütünleşme süreçlerinde azınlık haklarına gösterecekleri samimiyet olacaktır.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı