
Adalet, toplumun yapı taşlarından biridir ve adaletin sağlandığı toplumlarda bireyler kendini daha güvende hisseder. Yasaların eşit şekilde uygulandığını bilmek, ayrımcılık veya iltimasın olmadığı bir ortamda hem halkın birbirine hem de yasa düzenleyicileri olan güveni artacağından, dayanışma gelişir. Bireyler adaletsizliğe uğradığını hissettiğinde, devlet kurumlarının dürüstlüğünü, diğer insanların niyetlerini sorgulamaya başlar. Sorgulamalar arttıkça da toplumsal doku zarar görür ve bireyler devlete güvenemez hale gelirler.
Toplumsal adaletin varlığından söz edebilmek için ekonomik ve hukuki adaletten mutlaka söz etmek gerekir. Gelir dağılımındaki dengelerin korunması, herkesin temel ihtiyaçlara kolayca erişebilmesi ve fırsat eşitliğini destekleyen politikalar uygulandığında ekonomik adalet sağlanabilir. Ekonomik eşitsizlikler arttığında, sosyal huzursuzluklar meydana gelmeye başlar ve toplumsal huzur zaman içinde kaybolur. Belli kesimlerin kaynakların çoğunluğuna erişmesi toplumda büyük bir adaletsizlik duygusuna yol açar.
Hukuki sistem herkese eşit muamele etmeli ve bireyler hukuk karşısında eşit haklara sahip olduğundan emin olmalıdır. Aksi halde, hukuki sistemin yalnızca belli bir kesimin çıkarlarına göre hareket ettiğine inanıldığında, yargı kararlarında ayrımcılık yapıyorsa, belli bir kesimin yaptığı her şey kabul edilebilirken muhalif kimliğe sahip olanların ortada suç yokken bile en ağır şekilde yaptırıma maruz kaldığı görülüyorsa toplumun adalet algısı zedelenir ve bireyler sistemin meşruiyetini sorgulamaya başlar.
Toplumsal adaletin bir diğer boyutu da fırsat eşitliğidir. Eğitim ve istihdam gibi alanlarda fırsat eşitliğinin var olması, bireylerin yeteneklerini ortaya çıkarması ve potansiyeli doğrultusunda adım atabilmesi için önemlidir. Bazı gruplar etnik kimlik, cinsiyet, sosyal sınıf, siyasi görüş gibi sebeplerle sistematik bir ayrımcılığa maruz kalıyorsa, bu durumda toplumsal huzursuzluğun arttığı görülür.
Adalet algısı, bir toplumun uzun vadede barışı koruyabilmesi için önemlidir. Adaletin var olduğu toplumlarda güven duygusu artacağından toplumsal kuralları içselleştirmek daha kolaydır. Ancak adaletsizlik yaygınlaştığında, kişiler yasalara uymakta isteksiz hale gelip kuralları tamamen görmezden gelmeye başlayabilirler. Adalet algısının kaybolmasıyla haksızlığa uğradığını düşünen gruplar sosyal hareketler başlatabilirler. Çünkü tarihe bakıldığında genelde toplumsal hareketler adaletsizlik duygusunun yoğun olarak yaşanmasıyla başlamıştır. Protesto olarak adlandırılan bu hareketler aslında toplumun adalet arayışının bir sonucudur.
Adil bir toplum için medyanın ve kamuoyunun önemli bir rolü bulunur. Adil olmayan uygulamaları, hukuksuzlukları duyurmak, toplumsal baskı oluşturarak değişim için zemin hazırlayabilir. Adalet olmadığında hiç kimsenin güvenliğinden söz edilemez ve bireylerin iyi oluşu yalnızca bireysel sebeplerle sınırlandırılmamalıdır. Bireylerin iyi olabilmesi için toplumsal güven duygusu, adalet duygusu, yasalara güvenebilmek gibi gereklilikler de vardır. Yani adaletin sürekli korunması, sadece bireylerin değil toplumun sağlığı için bir zorunluluktur. Unutmamak gerekir ki birimiz güvende değilsek, hiçbirimiz güvende olamayız.