Yaşamsal krizin eşiğine gelen ülke ve toplumlar için ütopya (olmayan iyi yer) ya da distopya (kötü yer) imgeleri, geçmiş dönemlerde yaşamış bazı düşünürlerce kurgulanarak siyaset-yönetim-toplum üçlüsüne ilişkin mesaj niteliği taşımıştır.
Olmayan kötü bir yer hayal etmemiz istenseydi, nasıl bir siyaset ve yönetim tarzı tasarlardık? Peki bu hayal edeceğimiz kötü siyaset ve yönetim geleneğinin Türk Siyasetnamelerine yabancı olduğunu düşünerek, bu yabancılığı hangi kavramlar üzerinden teşhis etmemiz mümkün olurdu? Bu soruya aşağıdaki örnek cevap niteliği taşıyor.
Olmayan kötü yerde, siyaset sahasında konjonktür politikası güden imtiyaz koruyucu liderlerle toplumun dünyasının birbirinden ne kadar farklı olduğu, her yeni gündemle daha iyi teşhis edilir. Geri kalmış bu ülkede manevra kabiliyeti yüksek siyasiler, dinsel cennet umutlarının yok olmasıyla dünyadaki cennet hayallerini gerçekleştirmeye çalışırken, toplumun değer sistemini manipüle ederek uzun süre sahnede boy göstermeyi hedeflerler. Bu kurgulara uzun zaman maruz kalan toplum, ülkenin ve kendisinin geleceğine yönelik kuramsal ve pratik açlıktan nasibini; işsizlikle, sefaletle, -milli hafızasını, geleneklerini ve belki de coğrafi huzurunu kaybederek- almıştır.
Hayal ürünü bu ülkenin siyaseti politik kurgular üzerinden şekillenir. Ana düzenleyici metafor olarak partilerinin savunduğu politik sahneyi kullananlar -buradan güya muhalif partilere ses yükselten, yargı dağıtanlar- belirli ortamlarda maskelerini düşürerek aslında sürekli rol kestiklerini açıkça ifade etmekten çekinmezler. Bu durum ülkedeki çarpık siyaset anlayışının açık bir tezahürü olsa da, halk bir kere manipülasyona açık hale gelmiştir. Parti isimlerine, sembollerine veya partilerin geçmişte iyi olarak algılattığı faaliyetlerine odaklanarak ülke siyasetçilerinin söylem tuzaklarına düşmeyi alışkanlık haline getirmiştir.
Ülkede öyle bir iktidar kurulmuştur ki, neredeyse yüzyıl boyunca yönetimde tek egemen aktör gibidir. Bu kadar uzun süre etkili olmasının sebebi, çok fazla lisan bilmesiyle yakından ilişkilidir. Kim hangi dilden anlıyorsa ona göre iletişim geliştirmiştir. Bu durum bazı Afrika ülkelerindeki yüzlerce farklı dile rağmen kimin sömürgesi olunmuşsa onun dilinin resmi ve herkesin konuşması gereken dil olarak kabul edilmesi gibi sonlanmıştır. Örneğin bu iktidar, siyasi arenadaki değişik tip, vasıf ve nitelikte “gözüken” parti liderlerini bir araya getirip söz konusu partilerin ideal ve programlarına tamamen zıt bir politikayı savunmalarını sağlayabilmekte, bu yönüyle özgün bir birleştirici rol üstlenebilmektedir.
Kişiler arasında yakınlık ve dostluk kurulmasının psikolojik arka planına yönelik kaleme alınan bir metinde, sahip olunan en az bir ortak vasıf olmadan kişilerin dayanışma ve ortak hareket eylemi göstermeyeceği ileri sürülmektedir. Bu çerçevede insanlar kuşlara benzetilerek, birileriyle birlikte yol yürümek veya hareket etmek için söz konusu kişilerle aralarında bir ilişki veya uygunluk olması beklenmektedir. Mesela, “aralarında bir bağ kurulmadıkça iki ayrı kuş türü bir arada uçmaz” önermesini şu aykırı örnekle dönüştürmüşlerdir: “Bir karga ile güvercinin birlikte hareket ettiğini, aralarında yakınlık kurduklarını görerek bunları merakla takip etmişler. Haliyle şaşırmışlar. Bir süre sonra onların yürürken ikisinin de topalladığını müşahede ederek aralarındaki yakınlık bağının ortak vasıf topallıktan kaynaklandığını anlamışlar.”
Karga-güvercin dostluğu gibi ortak vasıf veya kusur ne acaba sorusu kimse tarafından sorulmasa da, siyasetin içine düşürüldüğü paradoksal tablo bu ülkede hayret vericidir. Ülkedeki “güçlü” olarak bilinen tüm siyasi partiler dini-milli-kültürel retorik ve sembollerin kasıtlı bir şekilde çarpıtılmasında ustadır. Siyasetini başka büyük siyasi partilerin himayesi altında, onu açıktan veya örtülü bir şekilde destekleyen, vesayet altına alınmış partilerin sayısı da az değildir. Bu partiler; ülkedeki güçlü iktidarın, parti programlarına tamamen aykırı olan bazı radikal politikalarına destek verirken kendilerinde çizgi sapması görmezler. Toplumun siyasetin sisle sarılmış bölgelerini net bir şekilde görmesi, siyasi bulanıklığın saf ve görünür hale gelmesi bu ülke gibi hayaldir.
Bu ülkede devlet kadrolarına atamalar, kişisel veya grupsal yakınlık bağlarıyla yürümektedir. Kişinin bilgisi, görgüsü, erdem ve yetenekleri hiçe sayılır. Önemli olan sadık bir köle gibi verilen emri sorgulamadan, kural ve ilkelere, etik prensiplere dayansın dayanmasın yerine getirmektir. Kişiler buna göre seçilmektedir. Nihal Atsız’ın “Dalkavuklar Gecesi” adlı romanında geçen “Bu şölene konmak için sabaha kadar yaşasın diye bağırdık” ifadesi, atanan kişilerin atanmak için büründüğü karakteri yansıtır.
Zenginler, fakir halka zenginliğin ne kadar kötü bir yaşam tarzı dayattığını, ehil olmayan makam sahipleri yönetimin/ karar vermenin zorluğunu yaşattığı stresi, mutlu din adamları ise yoksulluğun öbür dünyadaki karşılığının sonsuz varsıllık olduğunu anlatır.
Olmayan kötü ülkede toplumsal asabiye teste tabi tutulmuş, değerlerin tersyüz edilmesine açıktan tepki verilmemesi sağlanmıştır. Şüphesiz asabiyet bağları zayıflamış bir toplumun kurumları, kendi çıkarları için memleketi feda eden güç aktörlerinin egemenlik heveslerine kurban edilir. Ülkeyi dibe götüren her açıklamayı, imtiyaz sağladıkları iş dünyası, basın ve partilileri aracılığıyla, “stratejik öngörü veya devlet aklı olarak kutsatarak”, karşı çıkanları bozgunculuk ya da ihanetle suçlama yaklaşımı, toplumun iktidarın her politikasına sessiz ve kayıtsız kalmasına yol açmıştır.
Olmayan, hayal ürünü olarak kurgulanmış bu ülkenin “siyasetname”lere yabancı olduğunu bir eser üzerinden anlamaya çalışalım.
Geçmiş dönemlerde hükümdarlar/ devlet başkanları, yönetilenlerde devletle ilgili negatif çağrışım uyandıran usul ve uygulamaları tespit etmek için vezir veya danışmanlarını görevlendirerek gözlemsel saptamalar yapmalarını istemişlerdir. Siyasetname olarak isimlendirilen bu raporlar, iktidarlara devlete ilişkin durum analizi yapma fırsatı veren ve bu yönüyle kendi çalışma biçimini denetleyen çözüm arayan yapıtlar olmuşlardır. Nasıl bir siyaset ve yönetim inşa edilmeli sorusuna da cevap niteliğindedir bu eserler. Kutadgu Bilig’i model olarak alabiliriz.
Kutadgu Bilig’de hükümdarın sorumluluk motivasyonu özellikle iyi kanun koyma ve bunları doğru uygulamaya dayandırılmıştır. Ayırıcı vasfı “adalet” olan hükümdar Küntoğdu’ya eserde beş önemli mesaj iletilir. Bunların ikisi yönetilenleri yönetime bağlayan, Adalet Dairesi’nin temeli olan “Hukuk ve Ekonomi”dir. Nitekim eserde halkın hükümdar üzerindeki hakları sayılırken; paranın değeriyle hukuk ve güvenliğin korunması merkeze konulmuştur. Adaleti ve güvenliği sağlama, refahı tesis etme iki hayati mesaj olarak verilmiştir. Diğer üç mesaj ise vezirlerin sembolize ettiği anlam ve bunların uygulamaya yansımasıyla anlaşılmaktadır.
Eserde üçüncü mesaj vezir Aytoldu ile verilir. Aytoldu: “Kut, bugün sende ise, yarın başkasındadır. Ey kut bulan, bu kut’a güvenme; gelen kut, bir gün olur, gider (Bab. 549-550)” mesajlarıyla hükümdara “kut”un geçici olduğunu hatırlatır. Hükümdara kendisine verilen makamın bir gün sona ereceği, yerine başkalarının oturacağı ve ülkenin bu kişinin siyasetiyle yönetileceği aktarılarak toplumda olumlu iz bırakacak politikalara yönelmesi tavsiye edilir. Bu mesajı yalnızca devlet iktidarı olarak değil, politik-sivil ve büyük-küçük tüm iktidarlar için düşünmek gerekmektedir.
Ve ardından hükümdarın şu gerçeği unutmaması istenir: “İnen yükselir, yükselen iner; parlayan söner ve yürüyen durur/ Herşey kendi kemâlini bekler; tam kemâle erişince, tekrar zevale başlar/ Doğan herkes ölmeğe, yükselen her şey düşmeğe mahkûmdur.(Bab. 1049-1050-1086).” Bu bağlamda, “Tabiatı dürüst, sözü doğru, gözü ve gönlü zengin (Bab. 407); Siyâset icra ederken, kişisel çıkarlarını düşünmeyen Bab. 411); mütevazı tabiatlı, alçak gönüllü (Bab. 703); kötü ve çirkin işlere yaklaşmayan (Bab. 704); kamu malını doğru yere sarf eden (Bab. 705); bütün yakışıksız işlerden uzak duran (Bab. 726); doğru yolda yürüyen (Bab. 727); yönetimde yanına iyi, dürüst, alim insanları alan (Bab. 888)” Bey’lerin kut’u tutabileceğini bildirir. Olmayan kötü yerdeki hayali siyasi partilerin yönetim kadrolarının bunu bilmesi, etkili olabilirdi.
Dördüncü mesajı “aklı” sembolize eden Ögdülmüş ile gönderir. “Ey bey, işi işin ehline, işe yarayana, hareketi doğru ve dürüst olana ver (Bab. 1759); Eğer bir bey işi ehliyetsiz bir kimseye verirse, ehliyetsizliği başkası değil, kendisi göstermiş olur (Bab. 1760)” ihtarlarıyla devlet kadrolarına liyakat esasına göre atama yapılmasını tembihler. Hükümdar bu tembihe uyar, böylelikle devlet işleri düzelir ve hükümdar huzur ve sevince kavuşur (Bab. 1774).
Son mesajını, devlet işlerinden ve toplumsal hayattan uzak kalmak isteyen, derviş, zahit bir karakter olan ve akıbet’i (hayatın ve dünyanın sonu ahireti) temsil eden Odgurmuş ile verir. Odgurmuş, hükümdara; kendisinden önce dünyaya hakim olanların kudret ve ihtişamlarının kaybolduğunu, ölüm geldiğinde ululuk, büyüklük kalmayacağını söyler. “Senden önce dünyaya hâkim olanlar hani, nereye gittiler; o kudret ve ihtişamları nerede; Ölüm gelip, kapıyı çalarsa, ululuk, büyüklük ve bütün bu beyliğin hepsi burada kalır; Doğru ol ve doğruluk üzere hüküm et; beylik ancak böylelikle uzun müddet payidar olabilir; Bu dünya saadetine pek güvenme; onun tabiatı dönektir, ona inanılmaz; Halk bozulursa, onu beyler düzene koyar; eğer beyler bozulursa, onları kim düzeltir” (Bab. 5137-5169-5170-5175-5203).
Genel olarak bakıldığında, kurgusu yapılan hayali ülke denemesinde güdülen yönetim felsefesinde Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i esas alınmış olsaydı, bahsedilen olumsuzluklarla karşılaşılması belki mümkün olmayacaktı.
Kurgusallaştırılmış ülke denemesinde; kamusal makamların ve kaynakların kullanılış biçimi, kişilerin öğrenme ve deneyim süreçlerinden bağımsız şekilde üst makamlara atanması, akıl ve bilgiden arındırılmış ekonomi politikaları, toplumda gerçeklik kavramının sorgulanmasına sebep olan uygulamalar; kurumların öz yeteneklerini kaybetmesine ve her alanda yozlaşma, buharlaşma, savurganlık ve savrulmuşluğa sebep olmuştur ki; Aytoldu’nun Kut’un elden gideceği uyarısına muhatap olunmamasından kaynaklanmıştır.
Ülkenin yaşamsal sorunlarını çözmek dururken, bu sorunları görmezden gelmek, hamasetle geçiştirmek; halkı yoksullaştırıp emek sömürüsü yaparak büyümeyi hedeflemek; çalışanların ülkenin toplam gelirinden aldıkları pay düşerken, sermayenin payını yükseltmek, Ögdülmüş’ün akla dayalı yönetim mesajının duyulmadığı ve bilinmediğine işaret etmektedir. Dolayısıyla kurgusu yapılan devlet yönetiminde aklı sembolize eden, stratejik öngörüsü olan aktörlerden bahsetmek mümkün gözükmemektedir.
Dünya hayatının, makamların, zenginliğin geçici olduğu bilgisini sık sık halka ileten, onlara sabrı tavsiye eden, ancak kendilerini bu geçicilikten münezzeh gören siyasi ve bürokratik kadrolar hayali ülkede en çok dikkat çeken husustur. Bu bağlamda resmi görevinden dolayı kendisine emanet edilen devlet kaynaklarını kendisi ve ailesi için lüks ve şatafata harcarken, sefalet içinde yaşayan halka sabrı tavsiye eden, yağma düzenini norm haline getiren söz konusu ülke yöneticilerinin de, Odgurmuş’un mesajından habersiz oldukları apaçık ortadadır.