Ortadoğu’da Post-Amerikan Dönemin Dönüşümü ve Çin’in Filistin Sorununa Angajmanı

Mehmet Babacan
Dış Politika Uzmanı

Giriş

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi (1945) ve Britanya ile Fransa’nın Ortadoğu bölgesinden yavaş yavaş çekilmesiyle birlikte birer süper güç olarak beliren ABD ve SSCB’nin küresel güç mücadelesinin rekabet ve çekişme sahası haline gelen Ortadoğu bölgesi, 1948’de İsrail’in kuruluşunu ilân etmesi ekseninde güç ve güvenlik dengesinin yeniden inşa edildiği bir döneme girmiştir. İsrail, kuruluşunun ertesinde Arap koalisyonu ile girdiği dört büyük savaştan (1948, 1956-Mısır ile Süveyş Savaşı/Krizi, 1967, 1973) sınırlarını genişleterek çıkmış, yok olmak bir yana bölgedeki varlığını ve meşruiyetini giderek pekiştirmiştir. Özellikle 1979’da Mısır’la imza edilen Camp David ve 1994’te Ürdün’le varılan Vadi Arabe Anlaşması bağlamında bölgedeki aktörler nezdinde diplomatik tanınma elde edilen İsrail, 2011’den itibaren Arap isyanlarının ortaya çıkardığı konjonktürde “krizi fırsata çevirerek” bölgede daha fazla istikrar kazanmıştır. Bu bakımdan Arap isyanlarının bölgeye azalan Amerikan ilgisine rağmen İsrail’e geniş bir jeopolitik manevra kabiliyeti kazandırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.[i] Bu süreçte İran ve vekilleri ile etkin ve caydırıcı mücadeleye önem veren Tel Aviv hükümeti, 2020’den itibaren ABD girişimleri ile devreye koyulan “İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords)” sayesinde giderek daha fazla devlet tarafından siyasal ve diplomatik olarak tanınmış ayrıca bu anlaşmalara dahil olan devletlerle (BAE, Bahreyn, Fas, Sudan) ticari, ekonomik, askeri, lojistik ve güvenlik alanlarında karşılıklı bağımlılık ilişkileri tesis etmiştir.[ii] 7 Ekim 2023 tarihinde baskın ve sürpriz tarzda gerçekleşen “El-Aksa Tufanı Operasyonu” sonrasında Gazze’ye başlatılan saldırı akabinde günümüze dek adım adım gerçekleşen soykırım ve katliam tablosu tüm uluslararası toplumun gündeminde birinci sıraya yerleşerek bir “küresel intifadayı” tetiklerken tüm Ortadoğu’yu etkisine alacak bir bölgesel savaşın hatta tüm uluslararası sistemi etkileyecek yeni bir dünya savaşının başlama ihtimali birçok uzman tarafından çok sık ifade edilmeye başlanmıştır. Bölgedeki konjonktür böyle iken Filistin tarafında yaşanan gelişmeler bir diğer küresel aktör Çin’in ekonomik ve ticari veçheleri ön plana çıkan Ortadoğu’ya angajmanını siyasal ve jeopolitik çizgiye daha çok yaklaştırmıştır.

Ortadoğu Bölgesi ve ABD: 2011 Sonrasında Değişen Strateji

2011 yılından itibaren Ortadoğu bölgesinin genelinde görülmeye başlanan ve “Arap Baharı” adı verilen toplumsal ve siyasal hareketler bir kırılma noktası oluşturarak küresel ve bölgesel aktörlerin bölgeye yönelik politikalarını dönüştürmüştür. Ortadoğu güvenlik mimarisinin asli oyuncusu sayılan ABD, Başkan Obama ve Trump dönemlerine denk düşen bu zaman diliminde uluslararası toplumun beklentilerinin aksine iç savaşlara, “kırmızı çizgi” olarak nitelendirilen kimyasal silahların kullanılmasına ve sivil katliamlara sessiz kalarak askeri ve siyasi açıdan aktif bir angajman gösterememiş, özellikle de Libya ve Suriye’de gelişen olaylar bağlamında inisiyatif almaktan kaçınmıştır. Dikkatini ve enerjisini Asya-Pasifik bölgesine kaydıran ABD’nin bu dönemde Ortadoğu’da “azalan/pasif angajman” stratejisi izlemesi Rusya ve Çin gibi küresel aktörler yanında İran, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye gibi bölgesel aktörlere de alan açarak anılan aktörler arasında jeopolitik bir mücadele ortaya çıkarmıştır.

Filistin’de Ulusal Birlik Hükümeti Kurulması Çabaları ve Çin’in Filistin Meselesine İlgisi

Her ne kadar yaşamsal öneme sahip çıkarları bakımından Ortadoğu bölgesindeki varlığını tamamen sona erdirmesi düşünülemeyen ancak gerek Trump özelinde somutlaşan “Önce Amerika” (First America!) gibi ulusal söylemler ve gerekse de “Amerikan askerlerinin artık uzak coğrafyalarda askeri maceraya girmesinin önüne geçilmesi” gibi toplumsal baskılar nedeniyle bölgesel (ve dolayısıyla küresel) hegemonyası aşınan ABD’nin Ortadoğu’da bir “Post-Amerikan dönemi” bizzat kendi eliyle hazırlaması jeopolitik güç boşluklarını  (power holes) doldurmak için adeta pusuda bekleyen küresel rakip ve hasımlarına cesaret vermiştir. Irak ve Afganistan’dan askeri çekilme söylemsel düzeydeki bu durumun pratiğe de yansıması olarak okunmuş biraz da Fareed Zakaria’nın “Post-American World” retoriğini andırır şekilde bölgesel sistemde Amerikan sonrası döneme gidildiği savı konuşulmaya başlanmıştır.

Çin’in ABD ile olan küresel rekabeti bağlamında dünyanın değişik bölgelerinde Rusya’ya benzer biçimde hegemonya mücadelesine girişmesi ABD’nin kendisini Tayvan meselesinde dengelemeye kalkışmasına, dünyanın değişik bölgelerinde sınırlamaya çalışmasına ve Uygur’da yaşananlar bağlamında insan hakları konusunda eleştirmesine tepki olarak gelişmektedir. Çin’in uluslararası toplumun en önemli gündem maddesi olan Gazze soykırımı ve İsrail-Hamas savaşı bağlamında Filistin tarafında yer alıp İsrail ve dolayısıyla ABD karşıtı bir tutum benimsemesi hem bu tepkinin bir yansımasıdır hem de keza Çin’in öteden beri bu husustaki tavrının tutarlı bir devamı niteliğindedir. Çin, İsrail ile olan ekonomik ve ticari ilişkileri saklı kalmak kaydıyla geçmişten günümüze İsrail-Filistin çatışmasında Filistin tarafının tezlerine ağırlık vermiş ve iki devletli çözümden yana olduğunu sıklıkla dile getirmiştir. Oslo Barış Sürecinden (1993) beri Filistin sorunun çözümüne ilgi göstererek bu konuda Filistin ulusunun haklarına ağırlık veren bir tezi benimseyen Çin, BM ve diğer uluslararası platformlarda oylarını Filistin lehine kullanmıştır. ABD’ye nazaran Ortadoğu bölgesine yeni angaje olmaya başlayan bir aktör olarak Çin, 1980’lerden itibaren giderek artan bir biçimde Filistin Meselesi ile ilgilenmeye başlamış ve Ortadoğu barış sürecine dahil olmuştur. Pekin yönetiminin Filistin Meselesine olan ilgisi BM Güvenlik Konseyindeki yapı göz önüne alındığında ABD’yi ve dolayısıyla İsrail’i dengeleyen bir mekanizma ortaya çıkarsa da Çin’in aynı zamanda Hayfa Limanı inşaatı, savunma sanayiindeki karşılıklı bağımlılık ilişkileri gibi konularda İsrail’le ticari iş birliklerini derinleştirmesi ilişkilerin nasıl kompartmantalize edileceğini de gündeme getirmiştir.

2017 yılında ülkeyi ziyaret eden Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a ve İsrail Başbakanı Netanyahu’ya 4 maddelik bir “Çözüm Planı” sunan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ayrıca Çin-Filistin-İsrail üçlü mekanizmasının kurulmasını da teklif etmiştir. Jinping’in sunduğu barış/çözüm planında 1967 sınırları içerisinde bağımsız bir Filistin Devleti’nin kuruluşu kabul edilerek iki devletli çözüme destek verilmekteydi. Aynı yıl (2017) içerisinde ABD tarafından önce Kudüs’ün “ebedi İsrail başkenti” ilan edilmesi ve ardından Türkiye’nin girişimleriyle bu kararı kınayan tasarının BM Genel Kurulu’na getirilmesiyle Çin hükümeti Filistin tarafıyla olan yakınlaşmasını devam ettirerek 21 Aralık 2017 tarihindeki ABD kararını kınayan tasarı hakkında lehte oy kullanmış ve BM’deki görüşmeler devam ederken Filistin halkının ulusal haklarını kazanması için gereken desteği vereceklerini beyan etmiştir.

7 Ekim 2023 sonrasında bölgedeki tansiyonun giderek artması ile Ortadoğu güvenlik siyaseti bambaşka bir atmosfere girmiş, var olan istikrarsızlık daha da artarak bölgesel bir savaş riski ortaya çıkmıştır. Tam da böyle bir ortamda Filistin siyasetinin iki temel aktörü olan ve yıllardır ideolojik ve kimliksel farklılıklar yanında politik tercihlerindeki farklılıkla gündeme gelen el-Fetih ve Hamas’ı bir araya getiren Pekin yönetimi Filistin ulusal birliğinin ve hükümetinin kurulması konusunda mutabık kalındığını açıklamıştır. Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da yumuşak güç enstrümanlarını kullanarak bölgesel aktörlerle karşılıklı bağımlılık ilişkileri tesis eden Çin halk Cumhuriyeti artık arabuluculuk faaliyetleriyle de Batı’ya küresel bir diplomatik oyuncu olduğu mesajını vermiştir. Hatırlanacak olursa; 2014 ve sonrasında ABD destekli Afgan hükümetiyle Taliban arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapan Çin, 2023’te bu defa İran ile Suudi Arabistan’ı Pekin’de bir araya getirerek diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması yönünde karar aldıklarını açıklamasına vesile olmuştur. Çin’in Ortadoğu’ya yönelik angajmanını ticaret ve ekonomi bazlı ilişkiler yanında diplomatik girişimler ve arabuluculuk faaliyetleri ile destekleyerek siyaset alanına daha çok dahil olmaya başlaması, bölgede aşınan Amerikan hegemonyası karşısında Çin etkisinin yükselmesine yol açmıştır.[iii]

Batılı güçlere bir alternatif olarak değerlendiren Çin, Ortadoğu’daki önemli bölgesel aktörler olan Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve Mısır gibi ülkelerin her geçen gün daha fazla alanda iş birliğine yöneldiği küresel bir oyuncu olarak muazzam ekonomik rezervlerini diplomatik ve siyasal nitelikli girişimleriyle de desteklemeye çalışmaktadır. Filistin Meselesinde oynadığı diplomatik rol, Çin’i başta ABD olmak üzere Batılı güçlerle doğrudan karşı karşıya getirecek bir denklem üretmese de birtakım riskler ve tehlikeler de barındırmıyor değil. Çin’in Filistin’i destekleme politikası ABD ile olan küresel rekabetin seyrine bağlı olarak değişebilecek dinamikler içerdiğini unutmamak gerek. Çin’in Filistin politikasını Batı ile mücadelesinin bir unsuru görerek araçsallaştırması yanında bazı politikalarının ve iç siyasetteki uygulamalarının Müslüman halklar nezdinde olumsuz çağrışımlar yaptığı da biliniyor.[iv]

Netice olarak Çin’in Filistin’e ve Filistin meselesine olan ilgisi yeni değil. 1965’te FKÖ’yü ilk tanıyan ülke olan Çin, Filistin devletini de 1988’de tanıyarak 1980’lerden itibaren bu konuda önemli girişimlerde bulunmuş, 2000’lerde İkinci İntifadayla birlikte Ortadoğu barış sürecine daha fazla entegre olmaya başlamıştır. 2023’te Filistin Ulusal Otoritesi ile stratejik ortaklık anlaşması imzalaması Çin’in Filistin Meselesine daha fazla angaje olmasını doğurmuştur.

Sonuç

2011 ve sonrasında Ortadoğu bölgesini etkisi altına alan halk hareketleri bağlamında demokratik girişimlere destek vermek bir yana birçok çatışma ve kriz alanında karşı-devrimci bir rol üstlenen ABD ve Batı İttifakı’na bir alternatif olarak değerlendiren Çin Ortadoğu bölgesindeki etkisini ekonomik ve ticari açılardan başka diplomatik ve siyasi olarak da yükseltmeye başlamıştır. İran ve Suudi Arabistan arasındaki arabulucu rolün dışında yıllardır ulusal birlik hükümeti kuramayan ve İsrail’e yönelik politika konusunda anlaşmazlık yaşayan Filistinli aktörleri 23 Temmuz 2024’te bir araya getiren Pekin yönetimi, küresel politika sahnesinde giderek daha fazla görünür olmaya başlamıştır.

Uluslararası sistemin yanında Ortadoğu özelinde bölgesel sistemde de aşınan ABD ve Batı imajı karşısında yükselişe geçen Çin imajı, birçok eleştiri, eksiklik risk ve tehlikelerine rağmen mevcut küresel sistemde güçlü bir alternatifi meydana getiriyor. Ortadoğu’daki aktörlerin giderek her alanda bir partner olarak benimsediği Çin, ABD’nin bıraktığı jeopolitik güç boşluklarını doldururken Post-Amerikan döneme giren bölgeyi de dönüştürüyor. Nitekim İran’la imzalanan 25 yıllık stratejik anlaşma[v] yanında Suudi Arabistan ile enerji ve ekonomi alanlarında tesis edilen ilişkiler ve anlaşmalar[vi] bu durumun bir göstergesi. Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma rağmen Netanyahu yönetimini alkışlayan ABD karşısında Filistin ulusunun yanında yer alarak birlik çabalarına destek olan bir Çin, en azından halihazırda Ortadoğu’daki aktörler nezdinde Batı hegemonyasının tercih edilebilir bir alternatifi olarak değerlendiriliyor.

NOTLAR


[i] Ceyhun Çiçekçi, ““Paryanın Hegemonyası: Arap Baharı Prizmasından İsrail’in Ortadoğu Politikaları”, Küresel ve Bölgesel Güçlerin Ortadoğu Politikaları: Arap Baharı ve Sonrası, 2. Basım, Ed., Tarık Oğuzlu-Ceyhun Çiçekçi, Ankara: Nobel Yayınları, 2021: 201-243.

[ii] Salih Kaya, “İbrahim Anlaşmalarının Gölgesinde İsrail Sorunu”, Türkiye Araştırmaları Vakfı, 06.06.2024  https://turkiyearastirmalari.org/2024/06/06/yayinlar/analiz/analiz-ibrahim-anlasmalarinin-golgesinde-israil-sorunu/  (Erişim: 05.08.2024)

[iii] Mehmet Rakipoğlu, “Batı’nın Gölgesinde Doğan Güç: Çin’in Filistin Siyasetinde Artan Etkisi”, Yeni Şafak, 29.07.2024 https://www.setav.org/batinin-golgesinde-dogan-guc-cinin-filistin-siyasetinde-artan-etkisi (Erişim: 05.08.2024)

[iv] Mehmet Akif Koç, “Çin’in Küresel Diplomatik Girişimleri: Fırsatlar, Avantajlar, Zorluklar,” Fokus+, 24.07.2024  https://www.fokusplus.com/siyaset/cinin-kuresel-diplomatik-girisimleri-firsatlar-avantajlar-zorluklar (Erişim: 05.08.2024)

[v] Yasir Rashid, “İran-Çin Arasındaki 25 Yıllık Anlaşmada Son Durum”, İRAM, 18.04.2022 https://www.iramcenter.org/iran-cin-arasindaki-25-yillik-anlasmada-son-durum-737 (Erişim: 05.08.2024)

[vi] “Suudi Arabistan ile Çin arasında 50 milyar yuan değerinde para takası anlaşması imzalandı”, Şarkul Avsat Türkçe, 20.11.2023 https://turkish.aawsat.com/k%C3%B6rfez/4679716-suudi-arabistan-ile-%C3%A7in-aras%C4%B1nda-50-milyar-yuan-de%C4%9Ferinde-para-takas%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1 (Erişim: 05.08.2024)

Yazar mehmetbabacan

Diğer Yazımız

PRIMUM NON NOCERE – ÖNCE ZARAR VERME

Prof. Dr. Ayhan ALTINTAŞ Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı, Eczacılık Tarihi ve …