TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÖYLEMİ VE SİYASİ-GÜVENLİK TEORİLERİ           

Onur Dikmeci

Güvenlik Bilimleri Analisti

Giriş

Terörden arındırılmış bir Türkiye tasavvuru her vatandaşın idealidir. Ancak hem mahkeme hem Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları gereği ve belki de bu kararlar kadar önemli olan ulusal vicdan nezdindeki görüşe göre PKK bir terör örgütüydü. Güvenlik güçlerinin yanı sıra sivilleri de hedef alan bu terör yapılanmasının liderine yönelik 22 Ekim’de gerçekleştirilen çağrı ve sonrasında tekrarlanan benzer siyasi söylemler ‘’Neden’’? sorusunun sorulmasını gündeme getirdi ve o günden itibaren komplo ve siyasi teoriler oluşturulmaya başlandı. Terör örgütü liderine yönelik umut hakkı gibi görüşlerin dolaşıma sokulması sonucunda PKK ile barışılıyor mu? Ya da bilemediğimiz bir strateji mi var? Gibi tartışmaların ardı arkası eksik olmamıştır. Bu siyasi söylemlerin sebebiyle ilgili kamuoyu nezdindeki teoriler aşağıda başlıklar halinde toplanmış ve sonrasında güvenlikli-demokratik Türkiye temelinde bu stratejik senaryo çalışması için oluşturulan teoriye yer verilecektir.

Terörsüz Türkiye Siyasetiyle İlgili Teoriler

Terör örgütü PKK ve liderine yönelik ılımlı ya da demokratikleşme tahayyüllü siyasi çıkışlar, bu çıkışlarla ilgili siyasi-güvenlik içerikli teorilerin oluşturulmasını mecbur kılmıştır. Bu teoriler görsel, yazılı ya da sanal medya aracılığıyla ekseriyetle, gazeteci, stratejist, akademisyen, eski askerler tarafından oluşturulmuştur. Yani teorileri oluşturanlar politika yapıcı konumda bulunmamakla beraber kimlikleri gereği söylemlerinin popülerite kazanmasına olanak sağlamışlardır.

Birinci Teori, Kuvvetli Bir Bölgesel Savaş İhtimâli: Buna göre hem İsrail’in yayılmacı tutumu hem de Evanjelis destekli Cumhuriyetçilerin ABD Başkanlık seçimlerinde galibiyeti elde etmeleriyle bölgedeki çatışma seyri yükselmekle kalmayacak Türkiye sınırına kadar yayılacaktı. İsrail, Lübnan’ı da vurmaya başladı ve Lübnan üzerinden İran da bu çatışmalara dahil olacak hem yeni kontrolsüz göç seyri hem de Türkiye sınırında vuku bulacak füze savaşları, Türkiye’nin bu krizden ciddi şekilde etkilenmesini beraberinde getirecekti. Böyle bir atmosferde bir de PKK’nın hem Türkiye içerisinden hem de Türkiye dışından başlatacağı terör dalgasıyla Türkiye asker, polis ve sivil olmak üzere birçok şehit verecek, ekonomisi ‘Savaş Ekonomisi’ seviyesine gerileyecek, siyaset-güvenlik bürokrasisi ayrılığı derinleşecek ve silahlı kuvvetler üzerindeki kontrol ve denetim mekanizması etkinliğini yitirecekti. Zararın minimuma indirgenmesi için bir süreliğine terör örgütünü oyalamak ya da sisteme entegre etmek maksadıyla barış sürecinin uygulanması gerekmekteydi.

İkinci Teori, İran’ın Kuşatılması Senaryosu: ABD’nin orta vadede en fazla sorun yaşayacağı ülke Çin’dir. Çin kendisine özgü yayılma teşebbüsü ve yapay zekâ entegreli yıkıcı teknolojiler üretebilme kabiliyeti gibi nedenlerle dünya düzenine meydan okumaktadır. Çin’in ileriden kuşatılması konsepti dahilinde Ortadoğu’da ki en büyük müttefiki İran’ın dönüştürülmesi, Ortadoğu’yu dizayn ve Çin’in budanması yönünde rasyonel bir adım olabilirdi. İran, Suriye ve İran içerisindeki PKK uzantısı gruplar tarafından bölünebilirse ortaya çıkacak Güney Azerbaycan da, Azerbaycan ile birleşir ve bu kuşakta büyük bir Türk bloğu oluşurdu. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için PKK’nın Türkiye hamiliğinde hızlı bir örgütlenmeye gitmesine ihtiyaç vardı.

Üçüncü Teori, Misak-ı Milli: Türkiye politika ve diplomaside uzmanlığını perçinlemiş ve Neo Osmanlı gibi popülist bir söylemden de kurtularak Misak-ı Milli dahilinde bir ideoloji ve büyüme hamlesi başlatabilirdi. Zira PKK lideri de geçmiş yıllarda Misak-ı Milli’ye vurgu yapmıştır. Tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş ise 2013 yılında verdiği bir röportajda Suriye, Irak ve İran’da Kürt siyasi yönetimlerin kurulup bu yönetimlerin birlik halinde Akdeniz’e bağlanmasından sonra Türk-Kürt federasyonu kurulmasını belirtmiş ve bu yapının bölgede egemen güç olabileceğini yorumlamıştı. Bu görüşte Misak-ı Milli’yi andıran bir atıf içeriyordu. Misak-ı Milli tarihsel olarak Osmanlı Mebusan Meclisi’nin aldığı bir temenni kararıdır ve Müslüman-Türk çoğunluklu vilayetlerin ulusal sınırlar içerisinde olması esasına dayanmaktadır. Güncel olarak Suriye’de muhaliflerin Halep’e Türk Bayraklarıyla girmeleri de bu argümanın destekleyicisi olarak sunulmuş, Irak ve Suriye’nin özellikle Kuzey bölgelerinin Türkiye’ye birleştirilmesi üzerinde durulmuştur. Ancak bunun için öncelikle bölgedeki PKK uzantılarıyla yeni bir sürecin başlatılması gerekliydi. Türkiye’nin toprak ve finans kapasitesini artırması yeni bir söylem ve sürece bağlıydı.

Dördüncü Teori, Siyaset Bileşenlerinin Uyumsuzluğu: Buna göre iktidar bloğu içerisindeki gruplar Siyaset Aklı ve Devlet Aklı olarak ikiye bölünmüştü. Bu sürecin Siyaset Aklı kısmı daha günü birlik hesaplarla ve kimi zaman şahin politikalarla işini yürütmekteydi. Halk nezdinde destek ve güç devamlılığı amaç olmuştu. Fakat Devlet Aklı kısmı ise uzun vadeli hesaplarla yaklaşan bölgesel iç bölünmeleri de göz önünde bulunduruyor ve Türkiye’de başlatılacak yeni bir süreç etrafında toplanılarak, Türkiye’nin bundan en az zararla çıkmasını umuyordu.

Beşinci Teori, Anaysa Değişikliği: Geçmiş yıllardan beri yeni ve tam olarak sivil bir Anaysa yapılması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Bu teoriye göre iktidar bileşenleri sınırlı yerel otonomiler karşılığında Başkanlık süresinin değiştirilmesini içeren değişiklikleri kabul etmişti. Bunun için bir süreç başlatılmalı ve kamuoyu bu sürece zaman içerisinde ikna edilmeliydi. Bu teorinin stratejik yanı bulunmamakla birlikte iç siyasi hesaplara dayanmaktaydı.

Teoriler incelendiğinde aslında müstakil olarak her birinin ya da birkaçının tutarlı olacağı anlaşılmaktadır. Araştırmacılar, analistler ve araştırma merkezleri teorileri ve görüşleri analiz edip senaryolar oluşturmakla mükelleflerdir. Analistlerin ve merkezlerin halkı yönlendirmek ya da kendi ajandalarını siyasi strateji olarak benimsetmek gibi bir misyonları bulunmamaktadır.

Demokratik Bir Türkiye: Ama Nasıl?

Türk tarihindeki 93 Harbi ve Balkan Savaşları mecburen merkezi idarenin güçlü olması gerektiğini göstermiştir. Bu sebeple Âdem-i Merkeziyetçi İtilafçılık iktidarda kalıcı olamamış ve merkeziyetçiliği savunan İttihatçılık uzun süre iktidarını sürdürmüştür. Bu miras Cumhuriyet’in kuruluşunda da devralınarak devam ettirilmiştir.

1980’li yıllara kadar belediyeler doğru düzgün vergi bile toplayamazlardı. Tarihsel olarak haklı korkular ve kaygılar katı merkeziyetçi bir ulus devleti anayasal zorunluluk olarak kılmıştı. Gündemde olan ‘Terörsüz Türkiye’ söylemi ve siyasetiyle ilgili hangi teori kabul edilirse edilsin yeni yasal düzenlemelerin yapılması kuvvetli oranda gündeme gelecektir.

Türkiye’nin artık güvenlik kültürü geliştiğine ve geniş kitle nezdinde parçalanma psikolojisi yer almadığına göre yerel idarenin güçlendirilmesi de ele alınabilir. Fakat etnisiteler, dinler ya da mezhepler nezdinde yerelleşme Batı tipi gelişmiş bir demokrasi ve denetim mekanizması yerine Irak benzeri etnik/mezhep temelinde örgütlenen bir toplum yapısını ortaya çıkartır. Bu yapıda ulus sistemi yara alırken, aşiret sistemi baskın hale gelir ve öne sürüldüğü gibi demokratik bir yaklaşımın yakalanması mümkün olamaz. Aslında çok güçlü bir merkezi idarede merkezi yapının üst mevkilerinin birkaç kişi tarafından yönetilmesiyle ülke de bütün olarak bu birkaç kişi tarafından yönetilmiş olur. Güçlü yerelleşme ya da eyaletleşme düzenlemesinde eyalet güçleri farklıdır, belediye meclisleri güçlüdür kamu görevlilerin bir kısmı yerel idare tarafından işe alınırlar. Bu durum ise ülkeyi tek baskın bir grubun yönetmesine engel olmaktadır. Demokratikleşme teorileri bağlamında yerelin güçlendirilmesi şeffaflık, yetki paylaşımı ya da devri, güçler ayrılığı prensipleri dahilinde tartışırsa anlamlı olur ve yeni yasal düzenlemelerde sonuç alınabilir.

Terör ve terör örgütlerini, yerel düzenlemelere ya da yeni yasal koşullara bağlamak ya da ilişkilendirmek terör sorununu ortadan kaldıramayacağı gibi demokratik bir kültürün oluşmasını da engelleyebilir.

Yazar Onur Dikmeci

Diğer Yazımız

0x1c8c5b6a

0x1c8c5b6a