Varlık Felsefesi-7 | Karl Marx, Diyalektik Materyalizm: Her Tez Kendi İçinde Anti Tezini Barındırır

Büşra Erbil
Siyaset Bilimi Uzmanı

“Dia” ve “légein” sözcüklerinin birleşimi olan “dialégein” fiili, kelime anlamıyla “okuma yoluyla/yardımıyla bir şeyi ayırt etmek, sınıflandırmak” anlamına gelir. Bu, daha önceden tartışılmış olan konuların “iyi” ve “kötü” diye sınıflandırılmasını veya test edilebilir biçimde seçilmesini ifade eden bir eylem olarak kullanılmıştır. Zamanla, “dia-légein” kelimesi argümanların ayrımını yapmak, yani doğru argümanları yanlış olanlardan ayırmak anlamında mecazi bir kullanım kazanmıştır. Bu bağlamda, “dialégein”, düşünmeyi, muhakemeyi ve etraflıca incelemeyi içerir hale gelmiştir. Yunan Polis toplumunda, farklı görüşlerin kamusal alanlarda karşılıklı olarak değiştirildiği konuşma biçiminde, hakikatin ortaya çıkarılmasının öncelendiği bir yöntem olarak kullanılmıştır. Böylece, düşünce alışverişi yoluyla doğruluğun bulunmasına yönelik bir sosyal ve entelektüel süreç gelişmiştir. Bu tür tartışmalar, hakikatin ve bilginin en doğru şekilde ortaya çıkarılması için önemli bir yol olarak görülmüştür.[1]

Herakleitos, tarihsel ve felsefi olarak varlık ve oluşu anlama çabasında diyalektik olarak adlandırılabilecek ilk ifadeleri kullanan düşünürlerden biridir. Onun felsefesine göre, varlık, sürekli bir oluş ve değişim süreci içindedir ve bu süreci anlamak, karşıt niteliklerin görünürdeki çatışması ve mücadelesi yoluyla mümkündür. Ancak, bu karşıtlıklar arasındaki değişim ve mücadele, sadece kaotik bir rastlantı değil, evrensel ve tanrısal bir düzen olan logos‘a bağlı olarak gerçekleşir. Varlığın özünde bir değişim ve çatışma vardır, ancak bu çatışma, daha derin bir uyumun ve düzenin parçasıdır. Bu diyalektik anlayış, daha sonra Hegel ve Marx gibi düşünürler tarafından farklı şekillerde geliştirilmiş ve varlık, oluş, tarih ve toplumsal süreçlerin açıklanmasında temel bir felsefi yöntem haline gelmiştir.[2]

Marx’ın felsefi sisteminin merkezinde, yalnızca dünyayı anlamak ve algılamak değil, dünyayı değiştirmek düşüncesi yer alır. Marx’a göre, felsefe salt teorik bir faaliyet değil, toplumu dönüştürme aracı olmalıdır. Bu bağlamda, düşünce pratiğe geçmeli ve toplumsal yapılar üzerinde gerçek etkiler yaratmalıdır. Marx, tarihsel olayların bir döngü içinde tekrar ettiğini ve bu tekrarın ilk seferde trajik, ikinci seferde ise komik bir şekilde ortaya çıktığını belirtir. Bu görüş, Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı eserinde, tarihin ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanması yönündeki ünlü ifadesiyle dile getirilmiştir. Bu düşünce, tarihte yaşanan olayların yeniden ortaya çıkmasının aslında toplumsal ilerlemenin önünde bir engel olduğunu vurgular.[3] Marx’ın tarihsel materyalizmi, tarihsel süreçleri ve toplumsal değişimi maddi koşullarla açıklamayı amaçlayan bir teoridir. Ona göre toplumsal değişimin motoru, ekonomik yapıdır ve üretim ilişkilerindeki değişimler, toplumun tüm diğer yapısal unsurlarını etkiler. Bu bağlamda, tarihsel materyalizm, doğrulanabilir bir teori olma iddiası taşır; çünkü toplumsal değişmenin sebeplerini maddi temellere dayandırarak bilimsel bir analiz sunar. Marx’ın bu yaklaşımı, tarihin anlaşılması ve doğru şekilde kavranması gerektiğine olan inancını ortaya koyar.

Marx’ın felsefesi, 19. yüzyıl toplum felsefesinin en önemli örneklerinden biridir. Ancak onu yalnızca bu yüzyıla hapsetmek doğru olmaz. Özellikle Hegel ve klasik Alman idealizmiyle kopuşu, materyalist tarih anlayışıyla filozofların dünyayı sadece anlamakla yetinmelerine karşı çıkışı, Batı düşüncesinde köklü bir değişim yaratmıştır. Marx, bu anlamda yalnızca bir yüzyılın değil, modern düşüncenin ve felsefenin temel taşlarından biri olarak değerlendirilir.[4]

Marx’tan önceki filozoflardan Feuerbach, yabancılaşmayı din üzerinden ele almıştır. Ona göre, insanlar kendi öz niteliklerini tanrıya atfederek kendilerini tanrıdan yabancılaştırırlar. Marx ise yabancılaşma kavramını Hegel ve Feuerbach’tan devralmış, ancak onu daha somut, özellikle ekonomik temellere dayanan bir çerçevede yeniden yorumlamıştır. Marx’a göre üç temel yabancılaşma biçimi vardır: ekonomik, politik ve dinsel yabancılaşma. Marx, yabancılaşmayı en geniş anlamda ekonomik bağlamda kullanmıştır. Kapitalist üretim sistemi içinde işçi, ürettiği ürüne ve emeğine yabancılaşır. İşçi, emeğiyle yarattığı şey üzerinde bir kontrol veya sahiplik hakkı elde etmez, ürettiği şey ona yabancı olur. Üretim süreci de işçinin kendi doğasına ve ihtiyaçlarına aykırı hale gelir. Bu, işçinin kendisine, başkalarına ve topluma yabancılaşmasına yol açar.

Marx, dinin, yabancılaşan bir dünyanın “manevi aroması” olduğunu belirtir. Din, ezilen insan için bir teselli kaynağıdır. İnsanlar acı çektiği, gerçek mutluluğu bulamadığı bir dünyada, dini bir kaçış yolu olarak kullanır. Bu yüzden Marx, ünlü ifadesiyle “din, halkın afyonudur” der. Din, insanın kendi etrafında dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneştir. Dolayısıyla, dinin ortadan kalkması, halkın gerçek mutluluğunu sağlamanın bir gerekliliği olarak görülür. Marx, politik yabancılaşmayı devlet eleştirisi üzerinden açıklar. Ona göre devlet, insanların kendilerinden ve toplumdan yabancılaşmasını sağlayan bir araçtır. Devlet, bireylerin gerçek özgürlüğünü ve toplumsal bağlarını maskeler ve bu süreçte halkın gerçek gücünü elinden alır. Marx’a göre, yabancılaşmanın temeli ekonomik düzlemde yatar ve ekonomik yabancılaşma diğer yabancılaşma biçimlerini de üretir. Bu nedenle, ekonomik ilişkilerin dönüştürülmesi, diğer tüm yabancılaşma biçimlerinin ortadan kaldırılması için ön koşuldur. Marx, dinin ve devletin eleştirisinin, bu yapılar ortadan kaldırıldığında insanın gerçek anlamda özgürleşeceğine inanan bir tarihsel sürecin parçası olarak görür.[5] Marx’a göre, dinsel olanın politik olanı değil, politik olanın dinsel olanı biçimlendirdiğini düşünmek gerekir. Devlet, dinin varlığını sürdürmesinde etken bir faktördür; dolayısıyla devlet, halkın yabancılaşmasının ve dinin devamlılığının arkasındaki asıl güçtür. Marx, bu anlayış doğrultusunda, dinin ortadan kalkmasıyla birlikte, insanların gerçek özgürlüğüne ve mutluluğuna ulaşabileceğini savunur. İnsan, dinin yanılsamalarından kurtularak, kendi yolunu aydınlatmalı ve kendi gerçekliğini yaratmalıdır.[6]

Kaynakça

Çiğdem Yurdakul, Marx’ın Tarih Anlayışı: Tarihsel Materyalizm, Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 2018.

Fulya Turan, “History repeats itself, first as tragedy, second as farce” https://www.fulyaturan.com/tarih-tekerruer-eder, Erişim Tarihi: 14. 10.2024

H. Haluk Erdem, Marx Felsefesinin Temel Kavramları ve Tarihsel – Diyalektik Materyalizm, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi,2005.

Seyit Coşkun, Anlama ve Açımlama Yöntemi Olarak Diyalektik: Hegel ve Marx, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi) 2021.


[1] Seyit Coşkun, Anlama ve Açımlama Yöntemi Olarak Diyalektik: Hegel ve Marx, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi) 2021.

[2] Seyit Coşkun, Anlama ve Açımlama Yöntemi Olarak Diyalektik: Hegel ve Marx

[3]Fulya Turan, “History repeats itself, first as tragedy, second as farce” https://www.fulyaturan.com/tarih-tekerruer-eder, Erişim Tarihi: 14. 10.2024

[4] Çiğdem Yurdakul, Marx’ın Tarih Anlayışı: Tarihsel Materyalizm, Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 2018.

[5] H. Haluk Erdem, Marx Felsefesinin Temel Kavramları ve Tarihsel – Diyalektik Materyalizm, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi,2005.

[6] Çiğdem Yurdakul, Marx’ın Tarih Anlayışı: Tarihsel Materyalizm, Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 2018.

Yazar Büşra Erbil

Diğer Yazımız

DONALD TRUMP’IN KANADA VE GRÖNLAND SÖYLEMLERİ BAĞLAMINDA ARKTİK JEOPOLİTİĞİ

Muhammed Nurullah Ketkanlı Balkan Çalışmaları Uzmanı Giriş Donald Trump’ın Grönland’ı satın almayı öneren çarpıcı açıklamaları, …