FRANSA’DA HÜKÜMET KRİZİ VE YÜKSELEN ÖFKE

Hasan BİRGÜL

Dış Politika Araştırmacısı

Fransa, Eylül 2025 itibarıyla tarihinin en sert siyasi ve toplumsal krizlerinden birini yaşıyor. Başbakan François Bayrou’nun hükümeti, Ulusal Meclis’te yapılan oylamada güvenoyu alamayarak düştü. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yeni bir başbakan atadı. Savunma Bakanlığı’ndan tanınan Sébastien Lecornu, ülkenin yeni başbakanı oldu. Ancak bu siyasi değişim, sokaklarda alevlenen öfkeyi yatıştırmaya yetmedi.

Bayrou hükümetinin düşmesine neden olan en temel unsur, 2026 bütçesinin öngördüğü kemer sıkma önlemleri oldu. Özellikle sosyal harcamalarda yapılacak kesintiler, toplumun en kırılgan kesimlerini hedef aldı. Orta ve dar gelirli aileler, artan enflasyon ve hayat pahalılığıyla zaten zorluk yaşarken, hükümetin sosyal destekleri azaltma kararı bardağı taşıran damla oldu.

Bu kararların ardından sosyal medyada hızla yayılan “Her Şeyi Durdur” (Bloquons Tout) sloganı, kısa sürede kitlesel bir harekete dönüştü. Liderlikten yoksun ama örgütlü bir yapıya evrilen bu protesto dalgası, Paris’ten Lyon’a, Rennes’den Marsilya’ya kadar ülkenin dört bir yanına yayıldı.

Eylemler, sembolik gösterilerin ötesine geçti. Ulaşım felç edildi, otoyollar kapatıldı, çöp kutuları ateşe verildi. Polis ve protestocular arasında sert çatışmalar yaşandı. Özellikle Paris’in banliyölerinde gerilim daha da tırmandı. İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, olayları “büyük bir meydan okuma” olarak tanımladı ve ülke genelinde yaklaşık 80 bin polis ve jandarmayı görevlendirdi. Buna rağmen, çatışmaların önüne geçilemedi ve şu ana kadar 500’ün üzerinde kişi gözaltına alındı.

Eylemcilerin tepkisi sadece ekonomik sıkıntılara değil, aynı zamanda siyasi elitlere duyulan güvensizliğe dayanıyor. Macron’un politikaları, halkın geniş kesimlerince “elitist” ve “halktan kopuk” olarak görülüyor. Sokaktaki öfke, ekonomik taleplerin ötesine geçerek siyasal temsil ve demokratik kurumlara yönelik ciddi bir sorgulamaya dönüştü.

Cumhurbaşkanı Macron’un tercihiyle başbakanlık koltuğuna oturan Sébastien Lecornu için düzenlenen tören, ülkedeki gergin siyasi atmosferin gölgesinde gerçekleşti. Görevini devreden François Bayrou, yapıcı bir tutum sergiledi.

Bayrou, “Hükümete yardım etmek için ben ve ekibim elimizden geleni yapacağız” diyerek Lecornu ’ya destek sözü verdi. Ayrıca Fransa’nın sonsuza kadar bölünme ve şiddet ortamı içinde kalmayacağına inandığını belirterek, mevcut durumun ülkenin geleceği için ciddi bir engel teşkil ettiğini vurguladı. Bu sözler, Bayrou’nun siyasi sorumluluk bilinciyle hareket ettiğini gösterse de sokaklarda devam eden protestolar, yeni başbakanın işinin hiç kolay olmayacağına işaret ediyor.

Fransa’daki bu krizin bir diğer boyutu, siyasi sistemin kırılganlığı. Macron’un beşinci hükümetinin düşmesi, ülkenin parçalı parlamento yapısının doğrudan bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Son seçimlerin ardından kurulan azınlık hükümetleri, defalarca Meclis’te güvenoyu alamadı ve ülke giderek daha fazla siyasi çıkmaza sürüklendi.

Macron’un kriz karşısında sergilediği tavır da tartışmalı. Eleştirmenler, onun her yeni hükümet düşüşünde daha merkeziyetçi ve otoriter bir tutum benimsediğini, bunun da demokratik kurumlara olan güveni zayıflattığını savunuyor.

Fransa’nın Önündeki İki Yol

Bugün Fransa iki seçenekle karşı karşıya:

Yeni başbakan Sébastien Lecornu ile hükümetin işleyişini sürdürmek. Bu çözüm kısa vadede istikrar sağlayabilir, ancak halkın öfkesini yatıştırmakta yetersiz kalabilir. Erken seçimlere gitmek. Sandık, halkın iradesini yeniden yansıtabilir. Ancak bu ihtimal, son yıllarda oy oranlarını hızla artıran aşırı sağ partilerin güç kazanmasına da yol açabilir. Bu da Fransız siyasetinde kutuplaşmayı daha da derinleştirebilir.

Fransa’daki kriz, sadece ekonomik ve siyasi çıkmazlarla sınırlı değil; aynı zamanda demokrasinin dayanıklılığını da sınavdan geçiriyor. Sokaklarda büyüyen öfke, halkın kendisini temsil eden kurumlara duyduğu güvenin hızla eridiğini gösteriyor. Protestolar, devletin sosyal sözleşmesini yeniden tartışmaya açıyor. Devlet, yurttaşını ne kadar koruyor, halkın iradesi siyasete ne ölçüde yansıyor?

Sonuç olarak, Fransa’daki bu kriz sadece Bayrou hükümetinin düşmesiyle açıklanamayacak kadar derin. Macron’un atadığı yeni başbakan Sébastien Lecornu için önümüzdeki süreç, sadece hükümeti yeniden ayakta tutmak değil, aynı zamanda sokaklardaki öfkeyi dindirmek ve demokrasinin meşruiyetini yeniden tesis etmek olacak. Fransa’nın bu dönemeçten nasıl çıkacağı, yalnızca ülkenin geleceğini değil, Avrupa’nın siyasi dengelerini de doğrudan etkilemiştir.

Fransa’daki siyasi ve toplumsal kriz, yalnızca hükümetlerin düşmesi ya da sokakların öfkesiyle sınırlı değil. Bu, aynı zamanda Avrupa’nın kalbinde demokrasinin ne kadar kırılgan olabileceğini de gözler önüne seriyor.

Bugün Paris sokaklarında yankılanan “Her Şeyi Durdur” sloganı, aslında sadece bir ülkenin ekonomik politikalarına karşı değil, yurttaşların kendilerini temsil etmeyen bir siyaset anlayışına duyduğu tepkiyi simgeliyor. Yeni başbakan Sébastien Lecornu’nun önünde çok zor bir sınav var: Hem ülkeyi yeniden siyasi istikrara kavuşturmak hem de halkla devlet arasındaki güven bağını onarmak.

Eğer Fransa bu sınavı veremezse, sadece kendi geleceği değil, Avrupa’nın demokrasi ideali de ciddi bir darbe alacak. Bugün yaşananlar, yarının Avrupa’sının da kaderini belirleyebilir.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Yazar Hasan Birgül

Diğer Yazımız

KUTSAL BİR BAŞKALDIRI OLARAK RASTAFARİ: BABYLON’A KARŞI ZİON’U SAVUNMAK

Uzm. Özgür VURAL Giriş Rastafari; 1930’lu yılların başında köleliğe ve sömürgeciliğe bir tepki olarak Jamaika’da …