GÜRCİSTAN’DA NELER OLUYOR?

Hasan BİRGÜL

Dış Politika Araştırmacısı

Gürcistan, son aylarda tarihinin en ciddi siyasi kırılmalarından birini yaşıyor. Tiflis sokaklarında binlerce kişinin katıldığı gösteriler, hükümetin seçim politikalarına ve ülkenin yönünü belirlemeye çalışan jeopolitik çekişmelere karşı bir başkaldırıya dönüşmüş durumda. İktidardaki Gürcü Hayali Partisi’nin yerel seçimleri büyük farkla kazandığını açıklamasının ardından patlak veren olaylar, kısa sürede bir seçim tartışmasının ötesine geçerek ülkenin demokrasi, yönelim ve kimlik tartışmasını yeniden alevlendirdi. Muhalefet partilerinin seçimleri boykot etmesi, Batılı gözlemcilerin sürece dahil olmaması ve seçimlerin meşruiyetine dair iddialar, toplumun geniş kesimlerinde “ülke yönünü kaybediyor” algısını güçlendirdi.

Protestoların sembolü haline gelen Gürcistan ve Avrupa Birliği bayraklarının birlikte taşınması ise, halkın demokrasiye ve Batı ile entegrasyona yönelik özlemini gözler önüne serdi. Başbakan İrakli Kobahidze’nin gösterilere ilişkin “yabancı ajanlar etkisiz hale getirilecek” açıklaması, ülkedeki siyasi tansiyonu daha da artırdı. Hükümetin son dönemde “yabancı etki yasası” gibi düzenlemelerle sivil toplumu ve medya kuruluşlarını denetim altına alma girişimleri, Gürcistan’da demokratik alanın daraldığı yönündeki endişeleri pekiştiriyor. Kobahidze’nin Avrupa Birliği temsilcilerini olaylardan sorumlu tutması ve Batılı aktörleri dolaylı biçimde “müdahale” ile suçlaması, Tiflis’in giderek Moskova’ya daha yakın bir söylem benimsediğini gösteriyor. Zira hükümet, protestoları dış güçlerin yönlendirdiğini savunarak kendi tabanını birleştirmeye çalışıyor. Ancak bu söylem, ülke içinde tam tersi bir etki yaratıyor; halkın önemli bir bölümü Gürcistan’ın Rusya’ya değil, Avrupa’ya yönelmesi gerektiğine inanıyor. Bu noktada, Gürcistan siyasetinde “Rus etkisi” meselesi yeniden gündemde. Gürcü Hayali Partisi’nin kurucusu olan Bidzina İvanişvili’nin Rusya ile geçmişteki iş ilişkileri ve bugünkü iktidarın Moskova ile “pragmatik” bir denge kurma çabası, hükümete yönelik “Rusya yanlısı” suçlamalarını güçlendiriyor. Bu suçlamalar, sadece dış politika yöneliminden değil, iç siyasetteki yöntemlerden de besleniyor.

Sivil toplumun bastırılması, bağımsız medyaya yönelik baskılar ve muhalefeti “yabancı ajan” ilan etme girişimleri, Rusya’nın kendi ülkesinde uyguladığı kontrol mekanizmalarıyla dikkat çekici biçimde benzerlik taşıyor. Dolayısıyla Gürcistan’da yaşananlar, yalnızca yerel bir siyasi gerilim değil; Doğu ile Batı arasında sıkışmış bir ülkenin yönelim mücadelesidir.

Bununla birlikte, Gürcistan’da tüm dengelerin Moskova eksenine kaydığını söylemek de doğru olmaz. Toplumun büyük bölümü hâlâ Avrupa yanlısı bir çizgide. Özellikle genç kuşak, ülkenin geleceğini Avrupa normlarına, demokrasiye ve özgürlüklere daha yakın bir çerçevede görüyor. Bu yüzden sokaklardaki gösterilerin temel dinamiğini, iktidarın değil, halkın Batı’ya yönelme arzusu belirliyor. Ancak hükümetin giderek otoriterleşen tutumu ve muhalefeti “devlet düşmanı” olarak gösteren dili, bu arzunun karşısına sert bir devlet refleksi çıkarıyor. Bu durum, Gürcistan’ı hem iç siyasette hem dış ilişkilerde kırılgan bir sürece sürüklüyor. Rusya açısından bakıldığında, Gürcistan’daki bu tablo stratejik bir kazanım anlamına geliyor. Zira Moskova, Güney Kafkasya’da Batı’nın etkisini sınırlamak, kendisine yakın rejimleri korumak ve bölgedeki jeopolitik dengeleri kendi lehine çevirmek istiyor. Gürcistan’ın Avrupa Birliği üyelik sürecini askıya alması, Kremlin için büyük bir fırsat olarak görülüyor. Batı ise Gürcistan’daki demokratik gerilemeyi dikkatle izlemekle birlikte, doğrudan müdahaleden kaçınıyor. Bu da iktidarın manevra alanını genişletiyor. ABD ve AB’nin pasif tutumu, Gürcistan muhalefetinin elini zayıflatırken, hükümete “egemenlik” söylemi üzerinden daha fazla destek toplama imkânı sağlıyor.

Ancak bu tablo kalıcı değil. Gürcistan’daki sokak hareketleri, ülkenin demokrasiye olan inancının tamamen sönmediğini gösteriyor. Halkın “Rusya’ya yakınlaşma” korkusu, toplumsal muhalefeti diri tutuyor. Özellikle Tiflis merkezli gösterilerde Batı yanlısı sloganların ve AB bayraklarının yoğun şekilde görülmesi, halkın yönelimini açıkça ortaya koyuyor. İktidarın her ne kadar sert müdahalelerle bu dalgayı bastırmaya çalışsa da hafızada Avrupa ideali hâlâ güçlü bir yer tutuyor. Gürcistan halkı, tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi, kendi kaderini tayin etme mücadelesi veriyor. Sonuç olarak Gürcistan, bugün iki ateş arasında kalmış bir ülke. Bir yanda Moskova ile tarihsel, ekonomik ve güvenlik bağları; diğer yanda Avrupa Birliği’ne entegrasyon arzusu.

Bu ikilem, ülkenin iç siyasetinde de derin bir yarılma yaratmış durumda. Hükümetin “istikrar” adına otoriterleşmesi, kısa vadede kontrolü sağlayabilir; ancak uzun vadede hem Batı’dan uzaklaşmayı hem de toplumla arasındaki uçurumu derinleştirecektir. Gürcistan’ın geleceğini belirleyecek olan şey, bu kırılgan dengede hangi tarafın baskın çıkacağıdır. Eğer iktidar, ülkesinin jeopolitik kaderini Rusya’nın gölgesinde tanımlamaya devam ederse, Gürcistan yalnızca Batı’yı değil, kendi halkının umutlarını da kaybedecektir.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Yazar Hasan Birgül

Diğer Yazımız

KUTSAL BİR BAŞKALDIRI OLARAK RASTAFARİ: BABYLON’A KARŞI ZİON’U SAVUNMAK

Uzm. Özgür VURAL Giriş Rastafari; 1930’lu yılların başında köleliğe ve sömürgeciliğe bir tepki olarak Jamaika’da …